İndirin:
Sorular ve Fetvalar
- Taklit Hükümleri
- Taharet Hükümleri
- Namaz Hükümleri
- Oruç Hükümleri
- Humus
- Cihad Hükümleri
CİHAD HÜKÜMLERİ
Soru 1048: Hz. Mehdi'nin (Allah, zuhurunu yakın eylesin) gaybeti döneminde cihad-ı ibtidaî'nin(1) hükmü nedir? Ve acaba bütün şartları taşıyan veliyy-i fakih, cihad-ı ibtidaî hususunda hüküm verebilir mi?Cevap: Bütün şartları taşıyan veliyy-i fakihin, maslahat icabederse cihad-ı ibtidaî hükmünü vermesinin caiz olduğunu söylemek uzak bir görüş değildir ve hatta güçlü olan görüş budur.
Soru 1049: İslâm'ın tehlikeye maruz kaldığını teşhis ettikten sonra anne ve baba razı olmazsa İslâm'ı savunmanın hükmü nedir?Cevap: İslâm ve Müslümanları savunmak farz olup anne-babanın iznine bağlı değildir; ancak, bununla birlikte mümkün olduğu kadar onların rızasını elde etmeye çalışmak iyidir.
Soru 1050: İslâm beldelerinde yaşayan ehl-i kitaba(2) zımmî hükmü uygulanır mı?Cevap: Himayesinde yaşadıkları İslâm hükümetinin kanun ve kurallarına teslim oldukları müddetçe kendilerine verilen amanla çelişen bir iş yapmazlarsa kendile-riyle anlaşma yapılan kimselerin hükmündedirler.
Soru 1051: Bir Müslümanın, kâfirlerin veya Müslümanların beldelerinde yaşayan Ehlikitap'tan veya Ehli-kitap'tan olmayan kafir bir erkek veya kadını istimlak etmesi caiz midir?Cevap: Caiz değildir; ancak, kâfirlerin İslâm beldelerine saldırdığı takdirde yakalanan savaş esirlerinin durumu veliyy-i fakihin görüşüne bağlıdır ve Müslümanların böyle bir hakkı yoktur.
Soru 1052: Muhammedî öz İslâm'ı(3) korumak, canı muhterem olan bir kişinin kanının dökülmesine bağlı olursa bu işi yapmak bize caiz midir?Cevap: Canı muhterem olan bir kimsenin kanını haksız yere dökmek şer'an haram olup Muhammedî öz İslâm'la çelişmektedir. Bu yüzden, Muhammedî öz İslâm'ı korumanın suçsuz bir kişiyi öldürmeye bağlı olduğu anlamsızdır. Ancak, maksadınız mükellef olan bir kişinin Allah Azze ve Celle'nin yolunda cihat etmede ve Muhammedî öz İslâm'ı savunmada öldürülmeye maruz kaldığı durumlarsa bunun çeşitli yerleri vardır; mükellef kendi teşhisine göre İslâm'ın tehlikede olduğu bilincine varırsa öldürülmeye maruz kalacağından korksa bile İslâm'ı savunması farzdır.
1- Kâfirleri İslâm'a davet için Müslümanlarca başlatılan savaş.
2 - Kitap sahibi olan peygamberlerden birinin tâbileri olarak tanınan Yahudi ve Hıristiyan gibi gayrimüslimler.
3- Muhammedi öz İslâm tabiriyle, İslâm adı altında halka sunulan fikir ve nizamlara karşı gerçek İslâm kastedilmektedir.
- MARUFU EMRETMEK VE MÜNKERDEN SAKINDIRMAK
- HARAM ALIŞ VERİŞLER
- Satranç ve Kumar Aletleri
- Satranç
Satranç
Soru 1116: Çoğu okullarda yaygın bir şekilde satranç oynandığı dikkate alındığında acaba satranç oynamak veya satranç oynamayı öğretmek için kurs vermek caiz midir?Cevap: Satranç eğer mükellefe göre günümüzde ku-mar aletlerinden sayılmıyorsa, ortada bir bahis yoksa, oynanmasında sakınca yoktur.
Soru 1117: İnsanı eğlendiren şeylerle oynamanın ve bu cümleden iskambil oynamanın hükmü nedir? Acaba ortada bahis olmadan eğlenmek için iskambil kağıdıyla oynamak caiz midir?Cevap: Örfen (halk arasında) kumar aleti sayılan şeylerle oynamak, ortada bahis olmasa ve sırf eğlenmek için bile olsa mutlak suretle haramdır.
Soru 1118: Aşağıdaki hususlar baz alınarak satrancın hükmü nedir?
a) Satranç taşlarının yapımı ve alım satımı.
b) Bahisli ve bahissiz olarak satranç oynamak.
c) Satranç öğretmek için merkezler açmak, umumî yerlerde veya özel yerlerde oynamak ve insanları satranç oynamaya teşvik etmek.Cevap: Mükellefe göre satranç taşları günümüzde kumar aleti olarak kabul edilmiyorsa, bu durumda şer'-an satranç malzemeleri yapmanın, alım ve satımının, bahis olmadan oynamanın sakıncası yoktur; bu durumda satranç öğretmenin de sakıncası yoktur.
Soru 1119: Matematik Öğretim Müdürlüğü tarafından satranç yarışmalarının onaylanması, satrancın kumar aletlerinden olmadığını gösterir mi? Ve acaba mükellef buna güvenebilir mi?Cevap: Ahkâm mevzularını belirlemede ölçü, mükellefin kendisinin teşhisi veya o konuda kendisi için şer'î bir delilin bulunmasıdır.
Soru 1120: Dış ülkelerde, gayrimüslimlerle satranç ve bilardo gibi aletlerle oyunlar oynamanın hükmü nedir? Ve ortada bahis olmaksızın bu aletleri kullanma ücreti olarak para vermenin hükmü nedir?Cevap: Önceki hükümlerde satranç ve kumar aletleriyle oynamanın hükmü açıklandı. Bu aletlerle İslâmî ve gayri İslâmî ülkelerde oynamak ve yine bu aletlerle Müslüman veya kâfir biriyle oynamak arasında hiçbir fark yoktur. Kumar aletlerinin alım satımı ve bunlar için para harcamak da caiz değildir.
- Kumar Aletleri
Kumar Aletleri
Soru 1121: Bazıları, bir gelir elde etmek, kazanmak, kaybetmek, kumar kastı ve ortada hiçbir bahis olmaksızın sırf vakit geçirmek ve eğlence için kağıt (iskambil) oynuyorlar; acaba bu kişiler haram işlemiş sayılırlar mı? Eğlenmek için kağıt oynanan yerlere gitmenin hükmü nedir?Cevap: Örfen kumar aleti sayılan iskambil kağıdı oyunu mutlak olarak haramdır. İnsanın kendi iradesiyle kumar veya kumar aletleri ile oynanan toplantılara katılması caiz değildir.
Soru 1122: İskambil kağıtlarını ortada bahis olmadan, sırf ilmî ve dinî anlamlar içeren düşünce oyunlarında kullanmak caiz midir? Yarışma ve bahislerde de kullanılabilecek ve özel bir şekilde dizildiğinde motosiklet, araba vb. bazı şekiller oluşturulan kağıtlarla oynamanın hükmü nedir?Cevap: Halk arasında kumar aletlerinden sayılan kartlarla oynamak hiçbir durumda caiz değildir. Ama ortada bahis olmadan örfen kumar aletlerinden sayılmayan kartlarla oynamanın sakıncası yoktur.
Genel olarak, mükellefin kumar aletlerinden olduğunu teşhis ettiği veya içinde bahis olan herhangi bir şeyle oynamak hiçbir durumda caiz değildir. Kumar aletlerinden sayılmayan herhangi bir şeyle ortada bahis olmaksızın oynamanın sakıncası yoktur.
Soru 1123: Ceviz, yumurta ve şer'an malî bir değeri olan diğer şeylerle oynamanın hükmü nedir? Acaba çocukların bu gibi şeylerle oynaması caiz midir?Cevap: Kumar olarak oynanırsa ve ortada bahis olursa şer'an haramdır. Bu durumda kazanan, kazandığı ve karşı taraftan aldığı şeye sahip olamaz. Fakat oynayanlar bulûğ çağına erişmemişlerse, şer'an mükellef değillerdir ve kazandıkları şeyi karşı taraftan almaya hakları olmamakla birlikte onlar için hiçbir mükellefiyet yoktur.
Soru 1124: Kumar aleti olmayan şeylerle oynarken nakit para ve diğer şeyler üzerine bahse girmek caiz midir?Cevap: Kumar aletleriyle olmasa bile, oyunda bahse girmek caiz değildir.
Soru 1125: Bilgisayarda iskambil kâğıdı vb. kumar aletleriyle oynamanın hükmü nedir?
Cevap: Kumar aletleriyle oynamak hükmündedir.Soru 1126: Uno kart oyununu oynamanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer örfen kumar aleti olarak sayılırsa, her ne kadar iddia ile olmasa da o kartlarla oynamak caiz değildir.
Soru 1127: Bazı bölgelerde kumar aleti sayılan ve bazı bölgelerde ise kumar aleti sayılmayan şeylerle oynamak caiz midir?Cevap: Her iki bölgede de örfün görüşünü gözetmek gerekir; yani eğer bir şey daha önce her iki bölgede kumar aleti sayılıyor idiyse ve günümüzde sadece bir bölgede kumar aleti sayılıyorsa, o şeyle oynamak şimdi de haramdır.
-
- MÜZİK VE TEGANNİ
MÜZİK VE TEGANNİ
Soru 1128: Helâl müziği haram müzikten ayıran şey nedir? Acaba klasik müzik helâl midir? Bu konuda bize bir ölçü verebilir misiniz?Cevap: Örfe göre günah ve eğlence meclislerine uygun olan eğlendirici ve coşturucu müzik haramdır. Bu alanda klasik müzikle diğer müzikler arasında hiçbir fark yoktur. Mevzunun teşhisi mükellefin örfî görüşüne bırakılmıştır. Böyle olmayan müziğin bir sakıncası yoktur.
Soru 1129: Dinî kurum ve müesseselerce sakıncasız olduğu söylenen kasetleri dinlemenin hükmü nedir? Keman, viyola ve ney gibi müzik aletlerini kullanmanın hükmü nedir?Cevap: Söz konusu kasetleri dinlemenin caiz olması, mükellefin kendi teşhisine bağlıdır; mükellef eğer kasetin, eğlence meclislerine uygun neşelendirici müziği içermediği ve içinde batıl sözler de olmadığı sonucuna varırsa, onu dinlemesinin sakıncası yoktur. Dolayısıyla, sırf bir dinî kurum ve müessese tarafından sakıncasız olduğunun söylenmesi, onun mubah olması için şer'î bir delil teşkil etmez. Müzik aletlerini, eğlence ve günah meclislerine uygun olan coşturucu ve eğlendirici müziklerde kullanmak caiz değildir; ama bu aletlerden makul amaçlar için helâl olarak yararlanmanın sakıncası yoktur. Örneklerin teşhisinde ölçü, mükellefin kendi görüşüdür.
Soru 1130: Neşelendirici ve eğlendirici müzikten maksat nedir? Neşelendirici ve eğlendirici müziklerle diğer müzikleri ayırt etmenin yolu nedir?Cevap: Neşelendirici ve eğlendirici müzik, sahip olduğu özellikleri nedeniyle insanı Allah Tealâ'dan ve ahlâkî erdemlerden uzaklaştıran, lâubalîliğe ve günaha sürükleyen müziktir. Mevzunun teşhisinde örfe baş vurulması gerekir.
Soru 1131: Müzik hakkında hüküm verirken çalgıcın kişiliğinin, çalgı yerinin ve amacının etkisi var mıdır?Cevap: Haram müzik, eğlence ve günah meclislerine uygun olan, olumsuz yönde insanı etkileyen, coşturan ve neşelendiren müziktir; bazen çalgıcın kişiliği veya çalgıyla söylenen söz, çalgı yeri ve diğer şartlar, müziğin, haram olan eğlendirici ve coşturucu müziğin veya bir başka haramın kapsamına girmesinde etkili olabilir; örneğin bu özellikler, fesadın bunu izlemesi sonucunu doğurabilir.
Soru 1132: Müziğin haram oluşundaki ölçü, onun sadece coşturucu ve neşelendirici oluşu mudur, yoksa bunun yanında tahrik edici ve heyecanlandırıcı oluşunun da etkisi var mıdır? Eğer müzik, dinleyenleri kederlendirir veya ağlatırsa hüküm nedir? Müzik ve çalgı aletlerinin eşliğinde gazel okumanın ve dinlemenin hükmü nedir?Cevap: Bunda ölçü, müziğin çalınmasının niteliği ile birlikte onun bütün özelliklerinin dikkate alınması; eğlence ve günah meclislerine uygun olan coşturucu ve eğlendirici müziklerden olup olmadığıdır. Bu durumda, tabiatı gereğince eğlendirici ve neşelendirici türden müzik, ister heyecanlandırıcı olsun, ister olmasın, ister dinleyiciyi kederlendirsin ve ister ağlatsın böyle bir müzik haramdır. Müzik aletleri eşliğinde okunan gazeller, günah ve fesat meclislerine uygun olan müzik hâlini alırlarsa, onları söylemek ve dinlemek haramdır.
Soru 1133: İslâm fıkhına göre haram olan teganni nedir? Acaba sadece insan sesiyle sınırlı mıdır, yoksa müzik aletlerinden çıkan sesleri de içerir mi?Cevap: Teganni, insanın, dalgalandırarak gırtlaktan çıkardığı, günah ve fesat meclislerine uygun coşturucu sesidir. Sesi bu şekilde gırtlakta dalgalandırarak çıkarmak ve onu dinlemek haramdır.
Soru 1134: Düğün törenlerinde kadınların müzik aletlerinden olmayan kaplara ve diğer araçlara ritimle vurmaları caiz midir? Ses, meclisten dışarı çıkar ve erkekler de duyarsa hüküm nedir?Cevap: Bunların caiz olması nasıl kullanıldıklarına bağlıdır. Eğer geleneksel düğün törenlerinde yaygın olduğu şekilde kullanılır, tahrik edici-coşturucu olmaz ve herhangi bir fesada ve günaha yol açmazsa sakıncası yoktur.
Soru 1135: Kadınların, düğün törenlerinde tef çalmasının hükmü nedir?Cevap: Eğlendirici ve neşelendirici makamlar çalmak amacıyla müzik aletlerini kullanmak caiz değildir. Fakat düğün törenlerinde kadınların kendi aralarında şarkı-türkü söylemelerinin caiz olması uzak bir ihtimal değildir.
Soru 1136: Haram nitelikli teganni ile okunan müziği evde dinlemek caiz midir? Eğer insan bundan etkilenmezse hüküm nedir?Cevap: İster evde yalnız başına olsun, ister başkalarının yanında olsun ve ister etkilensin, ister etkilenmesin, bu tür müzikleri dinlemek her hâlükârda haramdır.
Soru 1137: Daha mükellefiyet yaşına yeni erişen bazı gençler, İran İslâm Cumhuriyeti'nin resmî radyo ve televizyon kanallarından yayınlansa bile, mutlak suretle müziğin haram olduğuna fetva veren bir müçtehidi taklit etmektedirler; bu konuda hüküm nedir? Acaba ve-liyy-i fakih, dinlenilmesi helâl olan bir müziğin dinlenmesine müsaade etmiş olursa, hükümet hükümlerine istinaden verilen bu müsaade [hükümet yetkisini kullanarak müsaade etmesi] müziklerin caiz olması için yeterli midir, yoksa onların kendi müçtehitlerinin fetvalarına uygun olarak mı hareket etmeleri gerekir?Cevap: Müzik dinlemenin caiz oluşu veya olmayışına fetva vermek hükümete ait verilen bir hüküm değildir; bu, fıkhî bir hükümdür. Bu konuda her mükellefin kendi taklit merciinin fetvasına uyması farzdır. Fakat müzik eğer eğlence, günah ve fesat meclislerine uygun olan coşturucu türden değilse ve herhangi bir günaha da yol açmıyorsa, haram olması için bir neden yoktur.
Soru 1138: İlmihâl kitaplarında kullanılan "müzik ve teganni"den maksat nedir?Cevap: Teganni, sesi eğlence meclislerine uygun olarak boğazda titretmektir. Bu, hem söyleyene, hem de dinleyene haram olan bir günahtır. Müzik ise, müzik aletleri çalmaktır; bu da eğer günah meclislerinde yaygın olduğu şekilde olursa, hem çalana ve hem de dinleyene haramdır. Ama bu şekilde değilse, özü itibariyle caizdir ve hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1139: Sahibi sürekli müzik kaseti dinleyen bir yerde çalışıyorum ve dolayısıyla istemeden bunları dinlemek zorunda kalıyorum; acaba benim için bu caiz midir?Cevap: Eğer kasetler eğlence ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici teganni ve müzik parçaları içeriyorsa, onları dinlemek caiz değildir. Fakat o iş yerinde bu-lunmak zorunda iseniz, oraya gidip çalışmanızın sakın-cası yoktur; bununla beraber istemeyerek duymak zorunda olsanız bile, bu tür müzikleri dinlememeniz gerekir.
Soru 1140: İran İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon kanallarından yayınlanan müziklerin hükmü nedir? İmam Humeyni'nin (r.a) mutlak surette müziğin helâl olduğunu açıkladığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?Cevap: İmam Humeyni'nin (r.a) müziğin mutlak surette helâl olduğunu söylediği yalan ve iftiradır. İmam Humeyni (r.a) eğlence ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici ve neşelendirici müzikleri haram bilmekteydi; nitekim bu hususta bizim de görüşümüz aynıdır. Fakat görüş farklılıkları, mevzunun teşhisinden kaynaklanmaktadır; çünkü mevzunun teşhisi mükellefin kendisine bırakılmıştır; dolayısıyla bazen çalgıçla dinleyicinin teşhisi farklı olabilir. Bu durumda mükellefe göre günah meclislerine uygun olan eğlendirici müziği dinlemesi haramdır. Fakat şüpheli müziklerin helâlliğine hükmedilir. Ve bir müziğin sırf radyo ve televizyondan yayınlanması, onun helâl ve mubah oluşuna dair şer'î delil teşkil etmez.
Soru 1141: Bazen radyo ve televizyondan, bence eğlence ve günah meclislerine uygun olan müzikler yayınlanmaktadır; acaba bunları dinlemekten kaçınmam ve diğerlerini de engellemem gerekir mi?Cevap: Sizce o müzikler, eğlence ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici ve neşelendirici türdense, onları dinlemeniz caiz değildir. Fakat münkerden neh-yetme açısından diğerlerini sakındırmanız, onların da söz konusu müziğin, haram müzik türünden olduğu hususunda sizinle aynı görüşü paylaştıklarını bilmenize bağlıdır.
Soru 1142: Batı ülkelerinde üretilen eğlendirici müzikleri ve tegannileri dinlemenin ve dağıtmanın hükmü nedir?Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici ve neşelendirici müziğin çalınması ve dinlenmesinin haram oluşunda, diller ve üretilen ülkeler a-rasında hiçbir fark yoktur; dolayısıyla günah nitelikli te-ganni veya haram müzikleri içeriyorlarsa, bu tür kasetlerin dağıtımı, alım satımı ve dinlenmesi caiz değildir.
Soru 1143: Kadın ve erkeğin ister enstrüman eşliğinde olsun, ister olmasın radyo veya kasetten şarkı-türkü söylemelerinin hükmü nedir?Cevap: Eğlence meclislerine uygun olarak söylenen şarkı-türkü şer'an haramdır. İster erkek söylesin, ister kadın, ister canlı olsun, ister kasetten, ister müzik aletleri eşliğinde olsun, ister olmasın, şarkı-türkü söylemek ve dinlemek caiz değildir.
Soru 1144: Cami gibi mukaddes mekânlarda makul ve helâl hedef ve amaçlarla müzik çalmanın hükmü nedir?Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun eğlendirici ve neşelendirici müzik çalmak caminin dışında da olsa ve yine makul helâl amaçlar taşısa bile mutlak olarak caiz değildir. Fakat mukaddes yerlerde bazı münasebetler gereği müzik nağmeleri eşliğinde inkılap marşları vb. okumak ve söylemek, o yerin saygınlığıyla çelişmezse ve örneğin cami gibi yerlerde namaz kılanları rahatsız etmezse, sakıncası yoktur.
Soru 1145: Enstrüman ve özellikle "santur" (kanuna benzer bir müzik aleti) çalmayı öğrenmenin bir sakıncası var mı? Diğerlerini buna teşvik etmenin hükmü nedir?Cevap: Fesat ve günaha yol açmadığı takdirde haram olmayan müzik aletlerini makul ve mubah amaçla inkılap marşlarında, dinî marşlarda, yararlı kültürel vb. programlar uygulamada kullanmanın sakıncası yoktur. Bu amaçla bir enstrümanı çalmayı öğrenmenin ve öğretmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur.
Soru 1146: Kadının, teganni ile okuduğu şiiri veya başka sözleri dinlemenin hükmü nedir? Bu konuda dinleyenin genç veya yaşlı, erkek veya kadın olması hükmü değiştirir mi? Dinleyen kişi kadının mahremi olursa hüküm nedir?Cevap: Kadının sesi, eğlence meclislerinde yapıldığı gibi teganniyle çıkmazsa, dinleyen de lezzet alma kastıyla dinlemezse ve herhangi bir fesada ve olumsuzluğa da yol açmazsa onu dinlemenin sakıncası yoktur; yukarıdaki durumlar arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 1147: Ülkelerin millî mirası olan geleneksel ve yerel müzikler haram mıdır?Cevap: Örfte, halk arasında günah meclislerine uygun haram müziklerden sayılan her şey mutlak suretle haramdır; bu hususta ülkeler arasında ve geleneksel müziklerle diğerleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1148: Bazen Arapça yayın yapan radyolardan bazı müzikler yayınlanmaktadır; Arapça'yı dinleme şevkiyle bunlara kulak vermek caiz midir?Cevap: Günah ve eğlence meclislerine uygun müzikleri dinlemek mutlak suretle haramdır; sırf Arapça dinleme şevki, bunları dinlemeyi şer'an helâl kılmaz.
Soru 1149: Müzik aletleri eşliğinde olmadan nağmeli şiir okumak ve okununca eşlik etmek caiz midir?Cevap: Müzik aletleri eşliğinde olmasa bile teganni ile söylenen müzik parçaları haramdır. Müzik parçaları derken fıskufücur meclislerine uygun olacak şekilde teganniyle söylenen sözleri kastediyoruz. Fakat şiir okumanın ve tekrarlamanın özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1150: Müzik aletlerinin alım satımının hükmü nedir? Bunları kullanmanın sınırı nedir?Cevap: Eğlendirici olmayan müzikler çalmak amacıyla ortak amaçlı (hem helâl müzikler ve hem de haram müzikler için) kullanılan müzik aletlerinin alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1151: Duayı, Kur'ân'ı ve ezanı müzik parçası gibi teganniyle okumak caiz midir?Cevap: Sesi günah ve eğlence meclislerine uygun şekilde teganniyle çıkarmak, mutlak olarak hatta dua, Kur'ân, ezan, mersiye vs. okurken bile haramdır.
Soru 1152: Günümüzde müzik, üzüntü, ıstırap, cinsel sorunlar ve kadınlardaki cinsel isteksizlik gibi bazı psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır; bunun hükmü nedir?
Cevap: Güvenilir ve uzman bir doktorun, hastanın tedavisinin müzikten yararlanmaya bağlı olduğuna dair kesin görüş belirtmesi durumunda hastanın tedavisinin gerektirdiği miktarda müzikten yararlanmasının sakıncası yoktur.
Soru 1153: Eğlence meclislerine uygun olan müziği dinlemek insanın eşine eğilimini artırırsa, hüküm nedir?Cevap: Sırf eşine eğiliminin artması amacını gütmesi, bu nitelikteki müziği dinlemek için şer'î bir ruhsat olamaz.
Soru 1154: Kadının, çalgıçların kadınlardan oluştuğu bir grup eşliğinde, kadınlar için konser vermesinin hükmü nedir?Cevap: Konser vermek, teganniyle ve coşturucu nitelikte olmazsa ve ona eşlik eden müzik de haram olan eğlendirici türden olmazsa, özü itibariyle sakıncalı değildir.
Soru 1155: Eğer müziğin haram oluşunda ölçü, neşelendirici ve günah meclislerine uygun oluşu ise, bu durumda bazı insanları ve hatta mümeyyiz olmayan yani iyiyle kötüyü ayırt edemeyen çocukları coşturan marş ve müziklerin hükmü nedir? Acaba kadınların teganni ile okudukları müptezel, bayağı kasetler, coşturucu olmazsa yine haram mıdır? Sürücülerinin genellikle bu gibi kasetler kullandığı umumî taşıtlara binen yolcuların ne yapması gerekir?Cevap: Teganniyle çıkarılan neşelendirici ses ve o-kunan müzik, nitelik veya içerik ya da çalgıcın çalgı aletlerini kullanırken veya şarkıcının okurken sergilediği özel durum itibariyle eğlence ve günah meclislerine uygun müzik türünden olursa, bu, bunu dinlediğinde coşmayan kimse için bile haramdır. Haram olan coşturucu müzik okunduğunda ve çalındığında, taşıtlardaki bütün yolcuların bunları dinlemekten sakınmaları ve diğerlerini bu münkerden sakındırmaları gerekir.
Soru 1156: Erkeğin kendi helâlinden lezzet almak amacıyla yabancı bir kadının teganniyle söylediği haram müziği dinlemesi caiz midir? Acaba eşlerin birbirleri için haram nitelikli müzik söylemeleri caiz midir? Allah Teala'nın müziği, günah ve eğlence meclisleriyle iç içe olduğu ve bunların birbirlerinden ayrı tutulamayacağından dolayı haram kıldığı ve dolayısıyla tapınılmaktan başka bir amaca yönelik olabileceği düşünülemeyen heykel yapıp satmanın haram oluşu gibi, müziğin de haram oluşu, günah ve eğlence meclislerinin haram olmasından kaynaklandığı söylenmektedir; bu görüş doğru mudur? Buna binaen, acaba günümüzde bu şart ve sebebin olmayışı haramın kalkmasını gerektirmez mi?Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun olarak teganniyle söylenen müzik, mutlak olarak, hatta kadının kocası için ve erkeğin eşi için olsa bile haramdır. İnsanın eşinden lezzet almak istemesi, günah nitelikli müziği dinlemesini mubah kılmaz. Dinimizde teganni ile müzik söylemenin, heykel yapmanın vb. şeylerin haram oluşu şeriata taabbütle ispatlanmıştır ve Ehlibeyt fıkhındaki sabit hükümlerdendir. Bu gibi hükümler, varsayımlara dayanan ölçülere, psikolojik ve toplumsal etkileşimlere bağlı değildir. Bu gibi şeyler, haram niteliğini korudukça haramdırlar ve her hâlükârda onlardan kaçınmak gerekir.
Soru 1157: Terbiye ilimleriyle ilgili fakültelerde okuyan öğrenciler, belli bir dönemde bölümlerinin gereği olarak inkılapla ilgili bir takım marşları müzik eşliğinde öğreniyorlar. Bu derste kullanılan asıl müzik aleti orgtur. Mecburi olan bu dersi okumanın hükmü nedir?
Cevap: Müzik aletlerini; inkılap marşları, faydalı dini ve kültürel faaliyetlerde kullanmanın sakıncası yoktur. Adı geçen müzik aletlerini satın alıp, adı geçen konularda kullanmanın sakıncası yoktur. Bayan öğrenciler İslami örtü ve ölçülere uyarak bu derslere katılabilirler.
Soru 1158: Görünüşte milî marşlar niteliğinde olan ve örfte de milî marşlar olarak bilinen bazı müzikler var; fakat bunları söyleyen kişinin marş kastıyla mı, yoksa eğlence ve coşturucu müzik kastıyla mı söylediğini bil-miyoruz. Bu tür müzikleri dinlemenin hükmü nedir? Bunları söyleyen kişinin Müslüman olmadığı, fakat söylediği sözlerin vatan sevgisini aşıladığını ve insanı vatanın işgali karşısında direnmeye sevk ettiği dikkate alındığında bunları dinlemenin hükmünü açıklar mısınız?Cevap: Dinleyiciye göre örf açısından eğlendirici ve neşelendirici bir nitelik taşımazsa, bunları dinlemenin hiçbir sakıncası yoktur; söyleyenin niyetinin ve söylediği sözlerin içeriğinin bu konuda hiçbir etkisi yoktur.
Soru 1159: Bazı spor dallarında antrenör ve uluslararası hakem vasfını taşıyan bir genç, meslek gereği haram müzik çalınan klüplere girmek zorunda kalıyor; geçiminin bir bölümünü bu yolla temin ettiği ve bulunduğu bölgede iş sahalarının az olduğu göz önünde bulundurulursa acaba bu kişinin buralara girmesi caiz midir?Cevap: Söz konusu müziği dinlemesi haram olmasına rağmen bu meslekte çalışmasının sakıncası yoktur. Dinlemekten sakınma kaydıyla, çaresizlik durumlarında haram müzik meclislerine girmesi caizdir; bu durumda elinde olmaksızın bu müzikleri duymasının sakıncası yoktur.
Soru 1160: Acaba sadece müziği dinlemek mi haramdır, yoksa onu elinde olmayarak duymak da mı haramdır?Cevap: Eğlendirici ve neşelendirici haram müziği duymak, dinlemek hükmünde değildir. Fakat bazı yerlerde örfe göre duymak da dinlemek sayılmaktadır.
Soru 1161: Günah ve eğlence meclislerinde yaygın olmayan aletlerle, bir müzik enstrümanı eşliğinde Kur'ân okumak caiz midir?Cevap: Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerini güzel bir şekilde ve Kur'ân'ın şanına yakışır nağmelerle okumanın sakıncası yoktur; hatta haram olan teganni haddine ulaşmaması kaydıyla tercih edilir bir şeydir; fakat müzik enstrümanı eşliğinde Kur'ân okumak şer'an doğru değildir.
Soru 1162: Milat (doğum) günleri vb. törenlerde darbuka çalmanın hükmü nedir?Cevap: Müzik ve çalgı aletlerini eğlence ve günah meclislerine uygun olan coşturucu ve neşelendirici nitelikte kullanmak mutlak suretle haramdır.
Soru 1163: Öğrencilerin, Eğitim Bakanlığı'nın marş ekipleri ve bando takımlarında kullandıkları müzik aletlerinin hükmü nedir?Cevap: Örf açısından hem helâl, hem de haramda kullanılabilecek müzik aletlerini eğlendirici olmamak kaydıyla helâl amaçlarla kullanmak caizdir; fakat örfen sadece haramda kullanılan ve eğlenceye has aletlerden sayılan müzik aletlerini kullanmak caiz değildir.
Soru 1164: Müzik aletlerinden sayılan "santur" aleti imal etmek ve bir meslek olarak ondan kazanç elde etmek caiz midir? Acaba bu sanayiyi geliştirmek ve çalgıçları bu aleti çalmaya teşvik etmek için yatırım yapmak ve yardım etmek caiz midir? Geleneksel müziği yaymak ve ihya etmek amacıyla ülkenin geleneksel müziklerini öğretmek caiz midir?Cevap: Millî veya inkılâp marşları icra etmek ve herhangi yararlı ve helâl bir işte müzik çalmak için çalgı aletlerinin kullanımı, günah ve fesat meclislerine uygun olan coşturucu sınıra ulaşmadığı sürece sakıncası yoktur. Bunun gibi aynı amaçla çalgı aletlerinin yapımı, öğretim ve öğreniminin kendi başına bir sakıncası yoktur.
Soru 1165: Hangi aletler eğlendirici sayılır ve kullanılması hiçbir durumda caiz değildir?Cevap: Helâl menfaati olmayan ve genelde eğlendirici, coşturucu ve fesada sevk edici alanlarda kullanılan aletler.
Soru 1166: Haram içeren ses kasetlerini kopyalayarak çoğaltma karşılığında ücret almak caiz midir?Cevap: Dinlenmesi haram olan kasetlerin kopyalanması ve bunun karşılığında ücret alınması caiz değildir.
- DANS
DANS
Soru 1167: Düğün törenlerinde oynanan halk oyunları caiz midir? Bu törenlere katılmanın hükmü nedir?Cevap: Dans etmek, eğer şehveti tahrik eder veya haram bir işi gerektirir veya fesada yol açarsa caiz değildir. Dans toplantılarına katılmaya gelince, eğer diğerlerinin haram işini onaylamak anlamına gelir veya haram bir işi gerektirirse, bu da caiz değildir; bunların dışındaki durumlarda sakıncası yoktur.
Soru 1168: Müzik çalınmaksızın kadınlar toplantısında dans etmenin hükmü nedir? Eğer haramsa iştirak edenlerin toplantıyı terk etmeleri farz mıdır?Cevap: Genel olarak dans etmek, eğer şehveti tahrik eder veya haram bir işi ya da bir fesadın ortaya çıkmasını gerektirecek nitelikte olursa haramdır. Bu durumda, haram bir işe itiraz olarak dans edilen yeri terk etmek, münkerden, kötülüklerden alıkoymak doğrultusundaysa farzdır.
Soru 1169: Erkeğin erkek için, kadının kadın için veya erkeğin kadınlar arasında veya kadının erkekler arasında halk oyunları sergilemesinin hükmü nedir?Cevap: Şehveti uyandıracak, haram bir işe veya fesada, günaha yol açacak nitelikte olursa veya kadın yabancı erkekler arasında dans ederse haramdır.
Soru 1170: Televizyondan veya diğer yerlerde küçük kızların dansını seyretmenin hükmü nedir?Cevap: Dans etmek şehveti uyandıracak nitelikte olur veya haram bir fiili gerektirirse haramdır; dans seyretmek ise, eğer günahı işleyeni onaylamak anlamına gelmez, onu günah işleme hususunda cesaretlendirmez ve başka bir fesada ve olumsuzluğa da yol açmazsa, sakıncası yoktur.
Soru 1171: Toplumsal adetlere saygıdan dolayı düğün törenine gidiliyorsa, bu durumda dans edilme ihtimali bulunduğu sebebiyle, gitmenin şer'an bir sakıncası var mıdır?Cevap: Genel olarak dans etmek, eğer şehveti uyandıracak nitelikte olur veya haram bir işi ya da bir fesadı gerektirirse haramdır. Fakat dans edileceği muhtemel olan düğün törenlerine katılmak, haram işleyen kimseyi onaylamak anlamına gelmez ve harama düşmeye de sebep olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 1172: Kadının kocası için ve erkeğin de karısı için dans etmesi haram mıdır?Cevap: Herhangi bir harama düşmeden kadının kocası için ve erkeğin karısı için dans etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1173: Anne ve babaların, çocuklarının düğün törenlerinde dans etmeleri caiz midir?Cevap: Haram dans türünden olursa, babaların veya annelerin evlâtlarının düğün töreninde de olsa dans etmeleri haramdır.
Soru 1174: Evli bir kadın, kocasının haberi ve izni olmadan düğün törenlerinde yabancı erkeklerin karşısında dans ediyor. Bu hareketi birkaç defa tekrarlamıştır. Kocasının bu hususta marufu emretmesi ve münkerden sakındırması etkili olmamıştır; bu konuda ne yapmak gerekir?Cevap: Bir kadının yabancı erkeklerin karşısında dans etmesi mutlak olarak haramdır. Kadının, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkması da yine özü itibariyle haram olup bu iş kadının kocasına karşı serkeşlik etmesi (naşize(1)) anlamına gelir ve onun nafaka hakkından mahrum bırakılmasına yol açar.
Soru 1175: Kadınların, müzik çalınan köy düğünlerinde erkeklerin önünde oynamalarının, dans etmelerinin hük-mü nedir? Bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Kadınların yabancı erkeklerin önünde dans etmeleri ve bir fesada sebep olan ve şehveti uyandıran her türlü dans haramdır. Müzik aletleri kullanmak ve dinlemek eğlendirici ve neşelendirici nitelikte olursa haramdır. Bu durumlarda mükelleflerin vazifesi münker-den alıkoymaktır.
Soru 1176: Mümeyyiz (iyiyle kötüyü ayırt edebilen) erkek veya kız çocuğunun kadınların veya erkeklerin toplantısında dans etmesinin hükmü nedir?Cevap: Bulûğ çağına ermemiş çocuk, ister erkek olsun, ister kız olsun mükellef değildir; fakat bulûğ çağına ermiş olanların onları dans etmeye teşvik etmeleri genel ahlâka uygun değildir.
Soru 1177: Dans öğretim merkezleri açmanın hükmü nedir?Cevap: Dans öğretmek için merkezler açmak ve dans etmeyi yaymak İslâmî düzenin hedefleriyle çelişmektedir.
Soru 1178: Erkeklerin, kendilerine mahrem olan kadınların ve kadınların da kendilerine mahrem olan erkeklerin önünde dans etmelerinin hükmü nedir? Bu mahremliğin, soy yakınlığından dolayı nesebî veya evlenme yoluyla sıhrî mahremlik olması bir şeyi değiştirir mi?Cevap: Haram olan dans ister erkek için olsun, ister kadın için olsun ve ister mahremlerin önünde olsun, ister mahrem olmayanların, her halükârda haramdır; bunların arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1179: Düğün törenlerinde bastonla yapılan ve kavgayı temsil eden gösteri caiz midir? Eğer bu oyun müzik aletleri eşliğinde yapılırsa hüküm nedir?Cevap: Eğlendirici spor oyunu niteliğinde olursa ve bu kavga gösterisinin insan hayatına bir zarar vermesinden korkulmazsa özü itibariyle sakıncası yoktur. Fakat eğlendirici ve neşelendirici nitelikle müzik aletlerini kullanmak hiçbir durumda caiz değildir.
Soru 1180: Kol kola girip ritimle dans etmenin (elleri birbirine kenetleyip ayakları yere vurarak belli bedensel hareketler ve sıçramayla birlikte gerçekleşen, ritimli ve güçlü bir ses oluşturan folklor oyununun) hükmü nedir?Cevap: Bu hareket dans hükmündedir. Dolayısıyla eğer şehveti uyandırır veya insanı coşturacak ve tahrik edecek şekilde müzik aletlerinin eşliğinde yapılırsa ya da bir fesada yol açarsa haramdır; bu niteliklere sahip değilse sakıncası yoktur.
1- [Kocasının şer'an belirlenen hakkını yerine getirmeyen ve kocasına karşı gelen kadın.]
- ALKIŞ
ALKIŞ
Soru 1181: Doğum günleri ve düğün törenleri gibi kadınlar arası toplantılarda kadınların alkış tutturmaları caiz midir? Eğer caiz ise, toplantıdaki alkış seslerini yabancı erkekler duyarsa hüküm nedir?Cevap: Normal şekilde alkışlamanın, yabancı erkekler duysalar bile herhangi bir fesada yol açmadığı takdirde sakıncası yoktur.
Soru 1182: Ehlibeyt İmamlarının doğum günleri, vahdet haftası(1) ve bi'set günü münasebetiyle düzenlenen programlarda Hz. Peygamber ve Ehlibeyt'ine salavatlarla birlikte sevinçle alkış çalmanın hükmü nedir? Bu gibi programların cami, devlet daireleri ve kurumlarındaki mescitlerde ve hüseyniye gibi ibadet yerlerinde düzenlenmesinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak normal hâlde böyle mübarek veladet programlarında veya birini teşvik etmek veya onaylamak için alkışlamanın haddizatında bir sakıncası yoktur. Fakat dinî merasimlerin, özellikle cami, hüseyniye ve mescitlerde düzenlenen programların salavat ve tekbirlerle süslenmesi ve böylece salavat ve tekbirlerin sevabına kavuşulması daha uygundur.
1- [İslâm ümmetinin birliğini ortaya koyma amacıyla Hz. Peygamber'in (s.a.a) kutlu doğumları münasebetiyle rebiyülevvel ayının 12'sinden 17'sine kadar olan süre.]
- FOTOĞRAF VE FİLMLER
FOTOĞRAF VE FİLMLER
Soru 1183: Tesettürsüz namahrem kadının resmine bakmanın hükmü nedir? Televizyonda kadının tasvirine bakmanın hükmü nedir? Acaba bu konuda Müslüman kadınla Müslüman olmayan ve yine canlı yayınla paket program arasında bir fark var mıdır?Cevap: Namahrem kadının fotoğrafına bakmak, namahrem kadının kendisine bakmak hükmünde değildir; dolayısıyla eğer şehvetle bakılmaz ve bir fitneye düşmekten korkulmazsa ya da bakan kişinin tanıdığı Müslüman bir kadının resmi olmazsa sakıncası yoktur. Farz İhtiyat (zorunlu olan kaçınma), televizyondan yapılan canlı yayında namahrem kadının tasvirine bakma-mayı gerektirir. Fakat televizyondan yayınlanan paket programlarda, şehvet kastı ve günaha düşmek korkusu olmamak kaydıyla namahrem kadının tasvirine bakmanın sakıncası yoktur.
Soru 1184: Uydudan izlenebilen televizyon programlarını seyretmenin hükmü nedir? Fars Körfezi sahilinde yer alan ülkelere yakın olan vilayetlerde yaşayanların bu ülkelerin televizyonlarını izlemelerinin hükmü nedir?Cevap: Batı uyduları aracılığıyla yayınlanan programlar ve komşu ülkelerin çoğunun televizyon programları sapık düşünceleri öğrettiği, gerçekleri saptırıp gizlediği, fesat ve günah programlarını içerdiğinden ve bunları seyretmek genellikle sapıklığa, fesada ve haram işlere sevk ettiğinden dolayı onları seyretmek caiz değildir.
Soru 1185: Radyo ve televizyondan yayınlanan komedi programları dinlemenin veya seyretmenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Komedi piyes ve gösteri programlarını dinlemenin ve seyretmenin sakıncası yoktur. Ancak bu programlarda bir mümine hakaret düzeyinde alay ediliyorsa caiz olmaz.
Soru 1186: Düğünde hicabımı tamamen koruyamadığım bir durumdayken birkaç tane fotoğrafım çekildi. Bu fotoğraflar şimdi arkadaşlarımın ve akrabalarımın yanındadır. Bu fotoğrafları onlardan toplamam farz mıdır?
Cevap: Fotoğrafınızın başkalarının yanında bulunması bir fesada yol açmıyorsa veya bir fesada sebep olabilir, ama fotoğrafların onların eline geçmesinde sizin bir rolünüz olmamışsa ya da fotoğrafları diğerlerinden toplamanız çok zor olursa, bu konuda herhangi bir yükümlülüğünüz yoktur.
Soru 1187: Kadınların namahrem olan dinî liderlerin ve şehitlerin fotoğraflarını öpmesinin bir sakıncası var mıdır?Cevap: Genel olarak bir şahsın fotoğrafı, onun kendisi gibi değildir; dolayısıyla, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu yoksa saygı, teberrük veya sevgiyi belirtmek için namahrem erkeğin fotoğrafını öpmenin sakıncası yoktur.
Soru 1188: Sinema filmlerinde ve diğer yerlerde tanımadığımız çıplak veya yarı çıplak kadınların fotoğraflarına bakmak caiz midir?Cevap: Fotoğraf ve filmlere bakmak, namahremin kendisine bakmak hükmünde değildir. Dolayısıyla şehvetle olmayıp bir günaha bulaşma ve fesada yol açma durumu söz konusu olmadığı takdirde şer'an sakıncası yoktur. Fakat şehveti uyandıran çıplak fotoğraflara genellikle şehvet kastıyla bakıldığından ve bu açıdan günahın ön hazırlığı olduğundan dolayı bunlara bakmak haramdır.
Soru 1189: Düğün törenlerinde kadınların kocalarının izni olmadan fotoğraf çektirmeleri caiz midir? Eğer caiz ise fotoğraf çektirirken hicaplarını tamamen korumaları farz mıdır?Cevap: Sırf fotoğraf çektirmek için kocanın iznini almak zorunlu değildir. Fakat fotoğrafı yabancı bir erkeğin görmesi muhtemelse ve hicabını tamamen korumaması bir fesada sebep olabilecekse, bu durumda tamamen hicabını koruması farzdır.
Soru 1190: Kadınların erkeklerin güreşini seyretmeleri caiz midir?Cevap: Güreş, bizzat güreş meydanına gidilerek veya televizyon ve benzeri şeylerden canlı olarak seyredilirse veya lezzet ve zevk almak için olursa ya da fesattan ve günaha düşülmekten korkulursa caiz değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 1191: Düğün töreninde gelin, başına ince ve açık renkli bir örtü örterse, yabancı bir erkeğin onun fotoğrafını çekmesi caiz midir?Cevap: Fotoğraf çekerken yabancı bir kadına bakmaktan dolayı ortaya çıkan haram durum söz konusuysa caiz olmaz. Aksi takdirde bir sakıncası yoktur.
Soru 1192: Hicapsız kadının, mahremleri arasında fotoğrafını çekmenin hükmü nedir? Filmin banyo ve baskısı esnasında yabancı erkeğin bu fotoğraflara bakma ihtimali varsa hüküm nedir?Cevap: Kadına bakıp fotoğrafını çeken erkek onun mahremlerindense, fotoğrafını çekmesinde herhangi bir sakınca yoktur ve yine onu tanımayan fotoğrafçı tarafından o filmlerin banyosu ve baskısının yapılmasının da sakıncası yoktur.
Soru 1193: Bazı gençler, bazı geçersiz mazeret ve delillerle müstehcen resimlere bakmaktalar; bunun hükmü nedir? Bu gibi resimlere bakmak şehvetin biraz yatışmasına sebep olur ve neticede haramdan korunmalarında etkili olursa; bunun hükmü nedir?Cevap: Fotoğrafa şehvetle bakılırsa ve fotoğrafa bakıldığında şehvetin uyanacağı bilinirse veya fesattan ve günaha düşmekten korkulursa, bu iş haramdır. Başka bir harama düşmekten kaçınmak gerekçesi, şer'an haram olan bir işi yapmak için geçerli bir mazeret teşkil etmez.
Soru 1194: Film çekimi için müzik çalınan ve dans edilen törenlerde bulunmanın hükmü nedir? Erkeğin erkekler ve kadının da kadınlar arası eğlencelerde film çekmesinin hükmü nedir? Düğün törenlerinde çekilen filmlerin o aileyi tanıyan veya tanımayan bir erkek tarafından montajının hükmü nedir? Bu filmlerin bir kadın tarafından montaj edilmesinin hükmü nedir? Bunlara film müziği monte etmek caiz midir?Cevap: Günah nitelikli şarkı-türkü, haram müziği dinlemeyi veya haram olan diğer bir işi yapmayı gerek-tirmezse, törenlerde bulunmanın, erkeğin erkekler toplantısında ve kadının da kadınlar toplantısında film çekmesinin sakıncası yoktur. Fakat erkeğin kadınlar top-lantısında veya kadının erkekler toplantısında çekim yapması, onlara lezzetle bakmayı gerektirir veya başka fesatlara yol açarsa caiz değildir. Düğün törenlerine ait filmlerde, günah meclislerine özgü coşturucu müziklerden haz almak da haramdır.
Soru 1195: İran İslâm Cumhuriyeti televizyonundan yayınlanan (yerli ve yabancı) filmleri izlemenin ve müzikleri dinlemenin hükmü nedir?Cevap: Dinleyici ve seyirciye göre radyo veya televizyondan yayınlanan bu müzik, eğlence ve günah meclislerine özgü eğlendirici ve neşelendirici müziklerdense veya televizyondan yayınlanan filmi izleme insanı fesada sevk ediyorsa, şer'an bu müzik ve filmleri dinlemek ve izlemek caiz değildir. Bunların sırf İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon kanallarından yayınlanması, caiz olduklarına dair şer'î bir delil teşkil etmez.
Soru 1196: Resul-i Ekrem'e (s.a.a), Emir'ül-Müminin Ali'ye (a.s) ve İmam Hüseyin'e (a.s) nispet edilen resimleri hazırlama ve satmanın ve bunların resmî dairelere asılmasının hükmü nedir?Cevap: Bunun özü itibariyle şer'an bir sakıncası yok-tur. Fakat örfen onları küçük düşürmek sayılabilecek, onların saygınlığını zedeleyecek ve onlara saygısızlık etmeye sebep olacak nitelikleri içermemeleri ve onların şanlarıyla çelişmemeleri şarttır.
Soru 1197: Şehveti uyandıracak müptezel, bayağı kitap ve şiirler okumanın hükmü nedir?Cevap: Bunlardan kaçınmak gerekir.
Soru 1198: Televizyonlar veya canlı yayın yapan uydu kanalları, Batı toplumlarındaki toplumsal konuları anlatan birtakım programlar yayınlıyorlar; bu filmler kadın ve erkeklerin sınırsızca bir arada bulunmaları ve gayri-meşru ilişkiler gibi fasit, sapık düşünceleri yaymaktadır ve bazı müminleri etkilemektedir; bu durumda bu filmlerden etkilenme ihtimali olan kimselerin bunları seyretmesinin hükmü nedir? Acaba bu filmler, tenkit etmek, olumsuzluklarını ortaya koymak ve insanlara bunları seyretmekten sakınmayı nasihat etmek amacıyla seyredilirse hüküm değişir mi?Cevap: Bunların lezzet alma kastıyla seyredilmesi caiz değildir. Yine etkilenme ve fesada düşme endişesi olursa, caiz değildir. Fakat ehil olan, bunlardan etkilenmeyeceğinden ve fesada düşmeyeceğinden emin olan kimsenin bunları tenkit etmek, tehlikelerini ve olumsuzluklarını insanlara anlatmak için seyretmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1199: Başı ve boynu açık, makyajlı bayan televizyon sunucusunun saçlarına bakmak caiz midir?Cevap: Lezzet almak kastı olmaz, günaha ve fesada düşmekten endişe duyulmaz ve yayın da canlı değilse, ona bakmanın sakıncası yoktur.
Soru 1200: Evli bir erkeğin şehveti uyandıran filmlere bakması caiz midir?Cevap: Şehveti uyandırmak amacıyla bakarsa veya bakması şehvetin uyanmasına sebep olursa caiz değildir.
Soru 1201: Harama düşürmeyeceği göz önünde bulundurularak evli erkeklerin kendi hamile karısıyla doğru ilişkide bulunmalarını öğreten filmleri seyretmelerinin hükmü nedir?Cevap: Bakıldığında genellikle şehveti uyandıran bu gibi filmleri seyretmek caiz değildir.
Soru 1202: Kültür bakanlığı yetkililerinin; film, dergi, gazete ve kasetlerin muhtevasının meşru olup olmadığını kontrol edebilmeleri için, onları bire bir takip etmelerinin hükmü nedir?Cevap: Vazifeleri gereği görevlilerin bu tip film ve kasetleri zaruret miktarında görüp dinlemelerinde sakınca yoktur. Ancak onlara lezzet kastıyla bakmamalıdırlar. Ayrıca bu tip görevlere alınan kişilerin fikri ve manevi açıdan yönlendirilmeleri vaciptir.
Soru 1203: Yer yer çirkin sahneleri olan video filmlerini kontrol ederken müstehcen sahnelerini sansür edip geri kalan kısmını sunmak amacıyla seyretmenin hükmü nedir?Cevap: Islâh etmek, kötü ve saptırıcı sahnelerini san-sür etmek amacıyla filme bakılacaksa, bu işi üstlenen kimsenin harama düşmeyeceğinden emin olması kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 1204: Eşlerin evde cinsel filmlerini seyretmeleri caiz midir? Omurilik sinir sistemi kopmuş biri eşiyle ilişkide bulunabilmek için şehvetini tahrik etmek amacıyla bu filmleri seyredebilir mi?Cevap: Video kasetinden cinsel filmleri izleyerek şehveti uyandırmak caiz değildir.
Soru 1205: İslam devletince yasaklanmış olan film ve resimlerin eğer fesat icat edici yönü olmazsa, onlara gizlice bakmanın hükmü nedir? Genç çiftler için meselenin hükmü nedir?Cevap: Eğer yasaksa sakıncalıdır.
Soru 1206: İslam inkılabına ve İnkılap rehberine hakaret edici sahneleri olan filmlere bakmanın hükmü nedir?Cevap: Onlardan sakınmak vaciptir.
Soru 1207: İnkılabın zafere kavuşmasından sonra üretilen, kadınların eksik hicapla rol oynadığı ve bazı durumlarda kötü eğitsel örnekler içeren İran filmlerini izlemenin hükmü nedir?Cevap: Şehvet ve zevk almak kastı olmazsa ve ahlâkî fesada düşmeye de sebep olmazsa bu filmleri izlemenin haddizatında sakıncası yoktur. Fakat film yapımcılarının İslâm'ın yüce öğretileriyle çelişen filmleri üretmek ve hazırlamaktan kaçınmaları gerekir.
Soru 1208: Kültür bakanlığının onayladığı filmleri dağıtmanın ve başkalarına sunmanın hükmü nedir? Ve yine bu bakanlık tarafından onaylanan müzik kasetlerini üniversitelerde dağıtmanın hükmü nedir?Cevap: Mükellefin kanaatine göre film ve kasetler örfen günah nitelikli şarkı-türkü veya eğlence ve günah meclislerine özgü eğlendirici ve neşelendirici müzikler içeriyorsa, bunları dağıtmak, diğerlerine sunmak, seyretmek ve dinlemek caiz değildir. Bunların sırf bazı ilgili dairelerce onaylanmış olması, mükellefin mevzunun teşhisindeki görüşü, onları onaylayanların görüşüyle çeliştiği sürece mükellefe şer'î bir hüccet teşkil etmez.
Soru 1209: Yabancı kadınların resimleri bulunan ve elbise modelleri seçmek için kullanılan kadın elbiseleri model dergilerini alıp-satmanın ve yanında bulundurmanın hükmü nedir?Cevap: Bu dergilerde sırf yabancı kadınların resimlerinin bulunması onların alımını, satımını ve elbise modelleri seçiminde kullanımını engellemez; ancak bu resimler ahlâkî fesat çıkaracak bir nitelikte olursa caiz olmaz.
Soru 1210: Film kameralarının alım satımı caiz midir?Cevap: Haram işlerde kullanmak amacı ve niyeti taşımadığı takdirde film kameralarının alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1211: Müptezel, bayağı video filmlerini ve yine video cihazını alıp-satmanın ve kiralamanın hükmü nedir?Cevap: Filmler eğer şehveti uyandıracak, sapıklık ve ahlâkî fesada sebep olacak müstehcen görüntüleri veya günah nitelikli şarkı-türkü ya da eğlence ve günah meclislerine özgü eğlendirici ve neşelendirici müzikleri içerirse bunların üretimi, alım satımı, kiralanması ve bu a-maçla yararlanmak için video kiralanması caiz değildir.
Soru 1212: Yabancı radyoların yayınladığı haberleri, ilmî ve kültürel programları dinlemek caiz midir?Cevap: Ahlâkî fesat ve fikrî sapmalara sebep olmazsa, sakıncası yoktur.
- UYDU ANTENLERİ
UYDU ANTENLERİ
Soru 1213: Uydudan yayınlanan televizyon programlarını izlemek için uydu anteni satın almak, bulundurmak ve kullanmak caiz midir?Cevap: Uydu anteninin sadece televizyon programlarını izlemek için kullanılan bir alet olduğunu ve televizyon programlarının bir bölümünün haram bir bölümünün de helâl olduğunu dikkate alırsak uydu, hem helâlde ve hem de haramda kullanılan müşterek aletler hükmünde olur. Dolayısıyla, haram amaçlarda kullanılacak olursa alım satımı ve bulundurulması haramdır; ancak helâl amaçlarda kullanılacak olursa caizdir. Fakat bu alet kullanıcılarına haram programları çok kolay bir şekilde izlemeleri için zemin hazırladığından ve bazen onu bulundurmak başka fesatlara yol açtığından alım satımı ve evde bulundurulması haramdır; ancak biri, o-nu haramda kullanmayacağından emin olursa, onu elde etmesinin ve evde bulundurmasının fesat ve olumsuz yönleri de yoksa bu durumda sakıncası yoktur.
Soru 1214 Ülke dışında yaşayan bir kimsenin İslâm Cumhuriyeti kanallarını izleyebilmek için uydu cihazı satın alması ve satması caiz midir?Cevap: Bu cihaz her ne kadar helâl amaçlarda kullanılma özelliğine sahip olan müşterek aletlerdense de çoğunlukla haram amaçlarda kullanıldığından ve ayrıca evde kullanılmasının diğer fesat ve olumsuz yönleri olduğundan dolayı, bu cihazı haramda kullanmayacağından ve onu evde kurmasının hiçbir fesat çıkarmayacağından emin olan kimse dışında hiç kimsenin satın alması ve onu evde kullanması caiz değildir.
Soru 1215: Eğer uydu anteni İran İslâm Cumhuriyeti'nin kanallarıyla birlikte, Körfez ülkeleri veya Arap ülkelerinin haber kanalları ve bazı yararlı programları ve bütün Batılı müstehcen kanalları da çekerse hükmü nedir?Cevap: Televizyon programlarını izlemek için bu gibi cihazları kullanmanın caiz olmasının ölçüsünü önceki meselede açıkladık. Bu alanda Batı kanallarıyla diğer kanallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1216: Batı ülkeleri veya Fars körfezinde yer alan ve öteki komşu ülkeler tarafından uydu aracılığıyla yayınlanan ilmî, Kur'ân'la ilgili vb. programlardan haberdar olmak için uydu anteni kullanmanın hükmü nedir?Cevap: İlmî ve Kur'ân programları vb.lerini dinlemek ve izlemek için mezkur cihazı kullanmanın her ne kadar kendiliğinden sakıncası yoksa da Batılı ülkelerin ve komşu ülkelerin çoğunun uydu kanalıyla yayınladıkları programların içeriği genellikle insanlara sapık düşünceleri aşıladığından, hakikatleri tahrif ettiğinden, ayrıca fesat ve günah programları içerdiğinden -kaldı ki ilmî ve Kur'ân programlarını izlemek bile çoğu zaman fesada ve harama düşmeye sebep olmaktadır- bu programları izlemek için uydu cihazı kullanmak şer'an haramdır. Ancak sadece yararlı ilmî programlar veya Kur-ân programları vb. olur ve hiçbir fesada ve harama düş-meyi gerektirmezse bunun sakıncası yoktur.
Soru 1217: Mesleğimiz radyo ve televizyon anteni tamirciliğidir. Son zamanlarda uydu anteni kurmam ve tamir etmem için bize bir çok müracaatlar oldu, bu hususta ne yapmamız gerekiyor? Bu cihazın parçalarının alım satımının hükmü nedir?Cevap: Bu gibi cihazlar haramda kullanılıyorsa -ki genellikle böyledir- veya bunu elde etmek isteyen kişinin onu haramda kullanacağını biliyorsanız, bu durumda onu alıp satmak, parçalarını dizmek, kurmak, onu tamir etmek ve parçalarını satmak caiz değildir.
- TİYATRO VE SİNEMA
TİYATRO VE SİNEMA
Soru 1218: Sinema filmlerinde gerektiğinde, din âlimlerinin ve hâkimlerin elbise ve üniformalarını kullanmak caiz midir? Geçmiş ve günümüzdeki ulemanın şanını ve saygınlıklarını koruyarak ve İslâm dininin saygınlığını gözeterek, onlar hakkında onları kötülemeyen ve onlara hiçbir şekilde noksanlık getirmeyen irfanî ve dinî senaryolar yazmak ve bu nitelikte filmler üretmek caiz midir? Özellikle hedefimizin, İslâm dininin yüce değerlerini sunmak veya İslâm ümmetinin imtiyazı sayılan irfan mefhumunu ve asil kültürü beyan etmek, düşmanların müptezel ve bayağı kültürüne karşı mücadele etmek; tüm bunları, özellikle genç nesil için çekici ve etkili sinema diliyle anlatmak olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?Cevap: Sinemanın bir aydınlatma ve bilinçlendirme aracı olduğunu göz önünde bulundurarak, gençlerin ve diğer kesimlerin fikrî seviyesini yükseltmek, İslâm kültürünü yaymak ve halkı şuurlandırmak doğrultusunda kullanılabilecek her şeyin çekiminin yapılmasının ve sunulmasının sakıncası yoktur. Bu yöntemlerden biri din âlimlerinin kişiliğini ve özel hayatlarını tanıtmak, bunun gibi diğer bilginlerin, manevî makam sahiplerinin ve onların özel hayatlarının tanıtılmasının sakıncası yoktur; ancak onların şanını, saygınlığını ve özel hayatlarının saygınlığını gözetmek farzdır ve bunlardan, İslâm'la çelişen mefhumları yaymak için yararlanmamak gerekir.
Soru 1219: Ölümsüz Aşura faciasını canlandıracak ve İmam Hüseyin'in (a.s), uğruna şehit olduğu büyük hedefleri ortaya koyacak bir öykü ve hamasî filmi yapmak istiyoruz; ancak bu filmde İmam Hüseyin (a.s) sıradan bir insan olarak gözle görünmeyecek; film çekiminde, üretim ve ışıklandırmada imam nurani bir kişi olarak görüntülenecek; acaba böyle bir filmin yapımı ve İmam Hüseyin aleyhi's-selâm'ın kişiliğinin bu şekilde ortaya konması caiz midir?Cevap: Film eğer güvenilir kaynaklara dayanarak, mevzunun kutsallığını korumak, İmam Hüseyin'in (a.s), ashabının ve ehlibeytinin (hepsine selâm olsun) yüce makam ve mevkisini gözetmek şartıyla yapılırsa sakıncası yoktur; fakat mevzunun kutsallığını, İmam Hüseyin'in (a.s) ve ashabının (hepsine selâm olsun) saygınlığını onlara yakışır bir şekilde korumak oldukça zordur; dolayısıyla bu konuda ihtiyat edilmesi gerekir.
Soru 1220: Sinema ve tiyatroda rol icabı erkeğin kadın elbisesi ve kadının da erkek elbisesi giymesinin hükmü nedir? Ve yine kadının erkek sesini ve erkeğin de kadın sesini taklit etmesinin hükmü nedir?Cevap: Fesada yol açmadığı takdirde, rol icabı ve özel kişilerin özelliklerini anlatabilmek için karşı cinsin elbisesini giymenin ve sesini taklit etmenin caiz olması, uzak ihtimal değildir.
Soru 1221: Erkeklerin de seyrettikleri tiyatro ve gösterilerde kadınların krem ve makyaj malzemeleri kullanmalarının hükmü nedir?Cevap: Eğer makyajı mükellefin kendisi veya bir kadın tarafından ya da mahremlerinden biri tarafından yapılırsa ve herhangi bir fesada da yol açmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz olmaz. Ancak makyaj yapılan yüzün mahrem olmayan erkekler karşısında örtülmesi gerekir.
- RESSAMLIK VE HEYKELTIRAŞLIK
RESSAMLIK VE HEYKELTIRAŞLIK
Soru 1222: Canlı varlıkların (hayvanların, insanların) ve bitkilerin resmini çizmenin, portresini yapmanın, be-bek ve heykel yapmanın hükmü nedir? Bunların alım satımının, muhafazasının ve fuarda sergilenmesinin hük-mü nedir?Cevap: Cansız varlıkların resmini çizmenin, portresini ve heykelini yapmanın sakıncası yoktur. Yine canlı varlıkların resmini ve portesini kabartmadan çizmenin ve heykelini kamil olmamak kaydıyla yapmanın sakıncası yoktur. Fakat insanların ve hayvanların heykelini tam olarak yapmak sakıncalıdır. Ancak resim ve heykellerin alım satımının, muhafazasının ve fuarda sunul-masının sakıncası yoktur.
Soru 1223: Yeni ders metotlarında, öz güven adında bir ders var. Bu dersin bir bölümü heykeltıraşlıktır. Bazı hocalar, el işleri adı altında öğrencilere bez parçaları veya başka şeylerle bebek veya köpek, tavşan ve benzerlerinin heykelini yaptırıyorlar; bu eşyaları yapmanın hük-mü nedir? Hocaların öğrencilere bu işi yapmayı emretmelerinin hükmü nedir? Acaba bu heykellerin azalarının tam olarak yapılıp yapılmamasının hükümde bir etkisi var mıdır?Cevap: Örfen azası tam olan hayvanın heykeli sa-yılmazsa veya öğrenciler mükellefiyet yaşına girmemişlerse, sakıncası yoktur.
Soru 1224: Çocukların ve gençlerin Kur'ân'daki kıssaları resimle anlatmalarının hükmü nedir? Örneğin çocuklardan Ashab-ı Fil veya Hz. Musa (a.s) için denizin yarılması vb. kıssaları resimle anlatmalarını istemenin hükmü nedir?Cevap: Bu işin kendiliğinden bir sakıncası yoktur. Fakat hakikatler ve olaylara uygunluk arz etmeli ve tam olarak anlatılmalıdır. Gerçekleri olduğundan farklı açıklamaktan veya olayları anlatırken saygınlığını çiğneyecek şeylerden kaçınılması gerekir.
Soru 1225: Özel makinelerle bebek yapmak veya insan ve diğer canlıların heykelini yapmak caiz midir?Cevap: Bunların makineyle yapımı insanın doğrudan eylemine dayanmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda sakıncalıdır.
Soru 1226: Ziynet eşyalarını heykel şeklinde yapmanın hükmü nedir? Heykelin yapımında kullanılan maddenin, hükmün haram oluşunda etkisi var mı?Cevap: Bir kişinin tek başına canlı varlıkların heykelini tam olarak yapması caiz değildir; bu hususta heykellerin yapıldığı maddelerin birbirlerinden farkı yoktur. Bu maddelerin ziynet için ya da başka şeylerde kullanılması arasında bir fark yoktur.
Soru 1227: Oyuncak bebeklerin el, ayak ve baş gibi azalarını yerlerine yerleştirmek haram olan heykel yapımı kapsamına girer mi? Bu işe heykel yapmak denir mi?Cevap: Sırf azaları yapmak veya yerlerine yerleştir-mek, canlı varlıkların heykelini yapmak sayılmaz; dolayısıyla sakıncasızdır. Ama bu azaları insan veya başka bir canlının şeklini tam olarak gösterecek biçimde birleştirmek, şer'an haram olan heykeltıraşlık kapsamına girer.
Soru 1228: Bazılarının, uzuvlarına resimler çekerek yaptırdıkları ve yıkamakla çıkmayan, kalıcı dövmenin hükmü nedir? Acaba bu dövme gusül ve abdestin sıhhatini engelleyen bir mani sayılır mı?Cevap: Dövme yaptırmak haram değildir; dövme sonucu derinin altında kalan izler suyun deriye ulaşmasını engellemez. Dolayısıyla uzuvlarda dövme olsa da gusül ve abdest sahihtir.
Soru 1229: Meşhur ressamlardan olan bir karı-kocanın mesleği sanat eseri tabloları onarmaktır. Bu tablolardan bir çoğu Hıristiyan topluluğunu göstermekte, bazısında haç resmi, Hz. Meryem (aleyhe's-selâm) ve Hz. İsa'nın (aleyhi's-selâm) resimleri var. Çeşitli kurumlar, şirketler ve bazı kişiler kilise tarafından, eskime veya başka sebeple bir bölümü yok olan bu tabloları onarmaları için bu ressamlara getiriyorlar; acaba bu karı-kocanın bu tabloları onarmaları ve bunun karşılığında para almaları caiz midir? Çoğu tabloların bu türden olduğunu, bu tabloları onarmak bu çiftin tek geçim kaynağı olduğunu ve bunların İslâm öğretilerine bağlı olduklarını göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?Cevap: Sanat eseri olan tabloları onarmanın bir sakıncası yoktur. Hatta Hıristiyan topluluğunu tavsif etse veya Hz. İsa (aleyhi's-selâm) ve Hz. Meryem'in (aley-he's-selâm) timsallerini içerse bile sakıncası yoktur. Ve yine bu iş karşısında ücret almanın, bu işi geçim kaynağı edinmenin de sakıncası yoktur. Ancak bu iş, batılı ve sapık düşünceleri yaymak amacıyla olursa veya peşi sıra başka fesatları gerektirirse caiz olmaz.
- SİHİRBAZLIK, GÖZ BAĞCILIK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
SİHİRBAZLIK, GÖZ BAĞCILIK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
Soru 1230: Göz bağcılığı [illüzyonizmi] öğrenmek, öğretmek ve seyretmenin ve el çabukluğuna dayanan oyunlarla uğraşmanın hükmü nedir?Cevap: Göz bağcılığı öğrenmek ve öğretmek haram-dır. Ama göz bağcılık [illüzyonizm] türünden olmayan ve el çabukluğuna dayanan oyunlar sakıncasızdır.
Soru 1231: Gayıptan haber veren cifir, remil, nücum vb. ilimleri öğrenmek caiz midir?Cevap: Bu ilimlerin günümüzde halk arasındaki kalıntıları genellikle gaybı bilmek ve gayıptan haber vermek konusunda itminan ve güvence verecek nitelikte değillerdir. Ancak bir fesadı olmazsa cifir ve remil ilimlerini doğru bir şekilde öğrenmenin sakıncası yoktur.
Soru 1232: Büyücülüğü öğrenmek ve büyü yapmak caiz midir? Ve yine ruhları, melekleri ve cinleri çağırmanın hükmü nedir?Cevap: Sihirbazlık ilmi ve bu ilmi öğrenmek şer'an haramdır. Ancak meşru ve makul amaçla olursa sakıncası yoktur. Ama ruhları, melekleri ve cinleri çağırmaya gelince hüküm, yerine göre, araç ve amaçlara göre değişir.
Soru 1233: Ruh ve cinleri teshir etmek, emrine almak suretiyle hastaları tedavi eden kişilere müminlerin müracaat etmelerinin, onların ancak hayır işler yaptıklarına kesin inandıkları takdirde hükmü nedir?Cevap: Şer'an helâl olan yollarla yapılması durumunda bunun temelinde bir sakıncası yoktur.
Soru 1234: Küçük taşlarla fala bakmak ve bu yolla para kazanmak şer'an caiz midir?Cevap: Yalan haber vermek caiz değildir.
- HİPNOTİZMA
HİPNOTİZMA
Soru 1235: Hipnotizma yapmak caiz midir?Cevap: Makul bir amaçla ve hipnotize olan kimsenin rızasıyla olursa ve yine haram bir işi de gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 1236: Bazıları tedavi amacıyla değil, sadece insanın ruhsal gücünü göstermek amacıyla hipnotizmaya başvururlar; acaba bu caiz midir? Ve acaba bu alanda tecrübeli, ama uzman olmayan kişilerin bu işi yapmaları caiz olur mu?Cevap: Genel olarak hipnotizmayı öğrenmek ve ondan yararlanmak, normalde insanlarca makul görülen helâl ve kayda değer bir amaçla olursa, hipnotizma da yapay uykuya dalacak kişinin rızasıyla ve ona kayda değer bir zararı olmaması kaydıyla sakıncası yoktur.
- TALİH OYUNLARI
TALİH OYUNLARI
Soru 1237: Piyango biletlerinin alım satımının ve mükellefin bu yolla kazandığı ikramiyenin hükmü nedir?Cevap: Piyango biletlerinin alım satımı caiz değildir. Bu yolla ikramiye kazanan kişi, kazandığı ikramiyenin şer'an sahibi olamaz ve onu almaya hakkı yoktur.
Soru 1238: "Armağan-ı behzistî" adında halk arasında dağıtılan yardım kampanyası biletleri almak, onlar için para ödemek ve onların kura çekimlerine katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Halktan bağış toplayarak hayır işlerde harcamak amacıyla bilet dağıtmanın ve bağışta bulunanları kur'a çekimiyle teşvik etmenin ve bu işe yönlendirmenin yasak olduğuna dair şer'î bir delil yoktur ve yine hayır işlere iştirak etmek amacıyla bu biletleri elde etmek için para ödemenin de bir sakıncası yoktur.
Soru 1239: Biri sahip olduğu bir arabayı talih deneme yoluyla çekilişe sunuyor. Şöyle ki, müsabakaya katılan kişi, belli bir tarihte belli bir fiyat üzerine çekiliş yapılacak olan bileti satın alıyor. Halktan bir grubun katılması ve katılma süresinin dolmasıyla çekiliş yapılıyor. Çekilişi kazanan ve adına ikramiye çıkan kişi oldukça pahalı olan arabayı teslim alıyor. Acaba çekiliş yoluyla bu şekilde araba satmak şer'an caiz midir?Cevap: Çekilişe katılıp kur'ada adı çıkan kişiye arabayı satmak ve alma-satma muamelesi eğer çekilişten sonra gerçekleşirse sakıncası yoktur. Ancak satıcının, kur'aya katılmak için kendisine ödemede bulunan kişilerin parasını kullanması, malı batıl yolla yemek sayılır; dolayısıyla onların paralarını geri vermesi farzdır.
Soru 1240: Halkın geneline yönelik hayır işlere yardım toplamak amacıyla bağış senedi satmak caiz midir? Şöyle ki, bu işin sonunda kur'a çekilecek, toplanan paralardan bir miktarı hediye olarak kur'ada kazananlara verilecek ve geri kalan para ise, umuma ait hayır işler için kullanılacaktır.
Cevap: Bu işi "satış" olarak nitelendirmek yanlıştır. Ancak hayır işler için bağış senetleri yayınlamanın ve halkı bu işe teşvik etmek için ismi kur'adan çıkanlara hediye vermeyi vadetmenin sakıncası yoktur. Ancak insanların bu senetleri hayır işlere katkıda bulunma niyetiyle almaları gerekir.
Soru 1241: Piyango (loto) biletleri satın almak caiz midir? Bunun özel bir şirkete ait olduğu ve kârının %20'sinin kadınlara ait hayır kurumlarına ödendiği göz önünde bulundurulduğunda hükmü nedir?Cevap: Piyango biletlerinin şer'an malî bir değeri yoktur ve bu biletler kumar aletleri hükmündedirler. Dolayısıyla bunların alım satımı caiz değildir. Bu biletleri alanların kazandıkları ikramiyeler de helâl değildir.
- RÜŞVET
- TIBBÎ KONULAR
- ÖĞRETİM VE ÖĞRENİM
ÖĞRETİM VE ÖĞRENİM
Soru 1319: İnsan karşısına çıkacak konulara dair şer'î hükümleri öğrenmezse günah işlemiş olur mu?Cevap: Hükümleri öğrenmemesi sonucunda bir farzı terk eder veya bir haramı işlerse, günah işlemiş olur.
Soru 1320: Dinî ilimler öğrencisi, satıh(1) merhalesini bitirdikten sonra derslerini devam ettirdiği durumda kendisinde içtihat derecesine ulaşabilecek gücü görüyorsa, bu durumda tahsilini içtihat derecesine kadar sür-dürmesi ona farz-ı ayn olur mu?Cevap: Şüphesiz dinî ilimler tahsil etmenin ve yine içtihat derecesine ulaşıncaya dek tahsili sürdürmenin başlı başına çok büyük bir fazileti vardır. Fakat kişinin sırf içtihat derecesine ulaşma gücüne sahip olması, onun içtihat derecesine ulaşması için tahsilini sürdürmesini farz-ı ayn kılmaz.
Soru 1321: Usul-u din (dinin temel esasları) konusunda insan hangi yollarla yakine ulaşabilir?Cevap: Genellikle aklî delil ve burhanlarla yakine ulaşılır. Ancak burhan ve deliller mükelleflerin idrak güçlerine göre değişir. Her halükârda, insan başka bir yolla da yakine ulaşırsa, bu da yeterlidir.
Soru 1322: İlim tahsilinde gevşek davranmanın, tembellik etmenin ve yine vakti boşuna geçirmenin hükmü nedir? Acaba haram mıdır?Cevap: Vakti boş yere ve batıl şeylerle geçirmenin sakıncası vardır. Mükellef eğer öğrenciler için tahsis edilen imkânlardan yararlanıyorsa, belirlenmiş ders programına uyması gerekir; aksi durumda aylık maaş ve yardım gibi imkânlardan yararlanması caiz olmaz.
Soru 1323: İktisat fakültesinde verilen dersler arasında faizli borç, sanayi ve ticaret alanlarında faiz alma yöntemleri üzerinde karşılaştırmalı dersler verilmektedir. Bu dersi vermenin ve bunun karşılığında ücret almanın hükmü nedir?Cevap: Sırf faizli borç hakkında ders vermek ve açıklamalarda bulunmak haram değildir.
Soru 1324: Dinî medreselerde felsefe dersi almak ve vermek caiz midir?Cevap: Bir kimse, felsefenin dinî inançlarını sarsmayacağından emin olursa, onun felsefe dersi almasının ve vermesinin sakıncası yoktur; hatta bazı durumlarda felsefeyi öğretmek ve öğrenmek vaciptir.
Soru 1325: "Şeytan Ayetleri" kitabı gibi saptırıcı kitapların alım satımının hükmü nedir?Cevap: Saptırıcı kitapların alım satımı ve saklanması caiz değildir. Ancak bunları reddedecek ilmî güce sahip olan kimsenin bunları cevaplamak amacıyla almasının sakıncası yoktur.
Soru 1326: İnsan ve hayvanlar hakkında faydalı, ancak hayalî olan hikayeleri öğretmenin ve anlatmanın hükmü nedir?Cevap: Eğer belirtilerden hikayenin hayalî olduğu anlaşılırsa, sakıncası yoktur.
Soru 1327: Üniversite veya fakültelere gitmek, derse gelen tesettürsüz kadınlarla karışık olarak bir arada bulunmayı gerektiriyorsa, hüküm nedir?Cevap: Öğretim ve öğrenim için eğitim-öğretim mer-kezlerine gitmenin sakıncası yoktur. Fakat kadınların ve kızların örtülerini korumaları, erkeklerin de haram bakışlardan ve fitne ve fesada düşmek endişesini barındıran karma durumdan kaçınmaları gerekir.
Soru 1328: Kadının, şer'an gerekli olan hicap ve iffetini koruyarak yabancı bir erkeğin yardımıyla sürücü pistlerinde şoförlüğü öğrenmesi caiz midir?Cevap: Kadının hicap ve iffetini korumak ve ifsat edici durumlara düşmekten emin olması şartıyla yabancı bir erkeğin yardım ve kılavuzluklarıyla sürücülük öğrenmesinin sakıncası yoktur. Fakat bununla birlikte kadının yanında mahremlerinden birinin bulunması daha iyidir; hatta sürücülüğü yabancı erkeğin yerine bir kadının veya mahremlerinden birinin aracılığıyla öğrenmesi daha uygundur.
Soru 1329: Erkek öğrenciler okul ve üniversitelerde kız öğrencilerle karşılaşmakta, okul arkadaşlığı nedeniyle ders alanında veya başka konular üzerinde konuş-maktalar. Lezzet kastı olmaksızın bazı zamanlar şakalaşmakta veya gülüşmekteler; acaba bu caiz midir?Cevap: Kız öğrenciler hicaplarını korurlar ve lezzet kastı da söz konusu değilse ve fesada düşmemekten emin iseler sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1330: Günümüzde İslâm dini ve Müslümanlar için hangi bilimsel uzmanlık dallarını öğrenmek daha yararlıdır?Cevap: Bilginler, üniversite öğrencileri ve hocaların Müslümanların ihtiyaç duyduğu bütün ihtisas dallarını ve yararlı bilimleri önemsemeleri, böylece yabancılara, özellikle İslâm ve Müslümanların düşmanlarına muhtaç olmamaları gerekir. Bunların hangisinin daha yararlı ol-duğunun teşhisi, mevcut şartları göz önünde bulunduracak ilgili sorumlulara aittir.
Soru 1331: Başka dinleri ve inançları tanımak ve bu hususta bilgi edinmek için saptırıcı kitapları ve diğer dinlerin temel kitaplarını okumanın hükmü nedir?Cevap: Sırf bu inançları tanımak ve onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için bu tür kitapları okumanın caiz olduğuna hükmetmek zordur. Ama bunlardaki dalaleti tanıma ve teşhis etme gücüne sahip olan ve kendisinin haktan sapmayacağına emin olan ehil kişilerin bunları çürütmek ve reddetmek amacıyla okumaları caizdir.
Soru 1332: Çocukları, bazı sapık inançların da öğretildiği okullara göndermek nasıldır? Onların bu derslerden etkilenmeyecekleri varsayılırsa hüküm nedir?Cevap: Onların dinî inançlarına yönelik bir endişe duyulmaz, batılı yaygınlaştırmak da söz konusu değilse ve çocukların saptırıcı, bozuk ve batıl konuları öğrenmekten kaçınmaları mümkün ise sakıncası yoktur.
Soru 1333: Dört yıldan beri tıp fakültesinde okumakta olan bir üniversite öğrencisi dinî bilimlere çok fazla ilgi duymaktadır. Bu konumdaki birisinin tıp tahsilini sürdürmesi farz mıdır, yoksa tıbbı bırakıp dinî ilimlere yönelebilir mi?Cevap: Öğrenci tahsil dalını seçmekte serbesttir; fakat burada bir hususa dikkat etmek gerekir ki, dinî ilimler, İslâm toplumuna hizmet sunmak gücüne sahip olmak açısından her ne kadar önemliyse de, İslâm ümmetinin sağlığına yönelik hizmet sunmak, hastaları iyileştirmek ve canları kurtarmak amacıyla tıp bilimi öğrenmenin de büyük bir önemi vardır.
Soru 1334: Bir öğretmen sınıfta öğrencilerin karşısında bir öğrenciyi cezalandırmıştır; öğrencinin öğretmenine misilleme yapması caiz midir?Cevap: Öğrencinin, öğretmen ve hocanın makamına lâyık olmayan bir şekilde karşılık vermeye hakkı yoktur ve öğretmenin saygınlığını ve sınıfın düzenini koruması farzdır; ancak kanunî yollara başvurabilir. Nitekim öğretmenin de arkadaşlarının karşısında öğrencinin saygınlığını gözetmesi ve İslâmî eğitim adabını gözetmesi farzdır.
1- [Dinî medreselerde yüksek lisansa denk bir tahsil dönemine denir.]
- BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ HAKLARI
BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ HAKLARI
Soru 1336: Yurtdışından ülkeye giren veya yurtiçinde yayınlanmış kitap ve makaleleri yayıncılarından izin almadan basmanın hükmü nedir?Cevap: Yurtdışında yayınlanan kitapları basmak veya ofset yapmak bu ülkelerle yapılan anlaşmalara bağlıdır. Ancak yurtiçinde yayınlanmış kitaplara gelince, ihtiyat gereği onların yeniden basımı için yayıncıdan izin alınmak suretiyle hakkı gözetilmelidir.
Soru 1337: Müellifler, mütercimler ve sanat eserleri sahipleri, çektikleri zahmete karşılık olarak veya sarf ettikleri çaba, zaman ve harcadıkları maldan dolayı telif hakkı adıyla bir meblağ talep edebilirler mi?Cevap: Onlar yayıncıya verdikleri bilimsel ve sanatsal eserlerinin ilk veya orijinal nüshası karşılığında yayıncıdan istedikleri miktarda para isteme hakkına sahiptirler.
Soru 1338: Müellif, mütercim veya sanatçı, eserinin birinci baskısı karşısında bir meblağ almış ve bununla birlikte sonraki baskılarda da kendisinin hakkı olmasını şart koşmuşsa, acaba sonraki baskılarda yayıncıdan bir şey talep edebilir mi? Bu meblağı almanın hükmü nedir?Cevap: Birinci nüshayı teslim etmek için düzenlenen anlaşma metninde sonraki baskılardan dolayı da bir meblağ almayı yayıncıya şart koşmuşsa veya kanun bunu gerektiriyorsa sakıncası yoktur. Bu durumda yayıncının şarta uyması farzdır.
Soru 1339: Yazar ve müellif birinci baskıya izin verirken sonraki baskılar için hiçbir şey söylememişse, bu durumda yayıncı yazardan yeniden izin almadan ve ona herhangi bir meblağ ödemeden eseri tekrar basabilir mi?Cevap: Baskı için aralarında yaptıkları anlaşma sadece birinci baskıyla sınırlıysa, bu durumda farz ihtiyat gereği sonraki baskılar için de onun hakkı gözetilmeli ve izin alınmalıdır.
Soru 1340: Yazar yolculukta olur veya vefat ederse ya da herhangi bir nedenden dolayı ortalıkta yoksa, bu durumda eserin yeniden baskısı için kimden izin alınmalı ve bunun karşılığında ödenecek para kime teslim edilmelidir?Cevap: Yolculuktaysa yazarın vekiline veya şer'î velisine (mallarını korumakla yetkili olan kişiye), öldüğü takdirde mirasçısına müracaat edilmelidir.
Soru 1341: Üzerlerinde "yayın hakları müellife aittir" ibaresi kaydedilen kitapları sahiplerinden izin almaksızın basmak caiz midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği yeni baskıda müellif ve yayıncıdan izin alınarak onların haklarının gözetilmesi gerekir.
Soru 1342: Bazı Kur'ân ve ilâhî kasetlerinin üzerine "çoğaltma hakları saklıdır" yazılmıştır; bu durumda, bu kasetleri çoğaltarak başkalarının istifadesine sunmak caiz midir?Cevap: İhtiyat gereği kasetin kopyalanması ve ço-ğaltımı için asıl yayıncıdan izin alınmalıdır.
Soru 1343: Bilgisayar disketlerini kopyalamak caiz midir? Eğer haram ise, bu hüküm sadece İran'da hazırlanan disketler için mi geçerlidir, yoksa yabancı disketleri de kapsar mı? Bazı disketlerin içeriklerinin önemine binaen çok pahalı olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?Cevap: Yurtiçinde üretilen bilgisayar disketlerinin kopyalanması ve çoğaltımında ihtiyat gereği sahiplerinden izin alınarak haklarının gözetilmesi gerekir. Yurtdışında üretilen disketler ise, anlaşmaya bağlıdır.
Soru 1344: İş yerlerinin ve şirketlerin ticarî isimleri sadece onların sahiplerine mi aittir ve başkaları, iş yerleri ve şirketlerine o isimleri koyamazlar mı? Örneğin birisi iş yerine soyadını koyarsa, o aileden başka birisi de kendi iş yerine aynı ismi koyabilir mi? Veya başka bir aileden olan birisi iş yeri için aynı ismi kullanabilir mi?Cevap: Devlet açısından, ülkedeki kanunlar gereğince şirketler ve iş yerlerinin ticarî isimleri, ilgili resmî makamlara daha önce baş vurarak resmî bir taleple iş yerleri ve şirketlerine belli bir isim takılmasını isteyen ve resmî kayıtlarda adlarına kaydedilen kimselere ait ise, bu durumda başkalarının onlardan izin almaksızın o isimleri iktibas ederek yararlanmaları caiz değildir; bu konuda o kimsenin, ad sahibinin ailesinden olup olmaması arasında hiçbir fark yoktur. Aksi durumda başkalarının bu gibi isimlerden yararlanmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1345: Bazıları fotokopiciye bazı kitap veya belgeler getirerek onların fotokopisinin çekilmesini isterler. Mümin bir kişi olan fotokopi dükkanı sahibi o belgenin veya derginin bütün müminlere yararlı olduğuna inanarak sahibinden izin almadan onların fotokopisini alabilir mi? Ve acaba kitap sahibinin buna razı olmadığını bilirse hüküm değişir mi?Cevap: İhtiyat gereği kitap veya belgelerin sahibinden izin alınmaksızın fotokopileri çekilmemelidir.
Soru 1346: Bazı müminler kasetçilerden video kasetleri kiralıyor ve beğendikleri takdirde ulemadan bir çoğunun kayıt ve yayın hakkının saklı olmadığı görüşüne da-yanarak izinsiz bir şekilde onları kaydediyor ve kopya-lıyorlar; acaba bu iş caiz midir? Eğer caiz değilse, birisi kaydeder ve kopyalarsa, bunu kasetçiye bildirmesi gerekir mi, yoksa kaydetmiş olduğu kaseti silmesi yeterli midir?Cevap: İhtiyat gereği sahibinin izni olmadan kasetin kopyası alınmamalıdır; eğer izinsiz kopya almışsa, onu silmesi yeterlidir.
- GAYRİ MÜSLİMLERLE TİCARET
GAYRİ MÜSLİMLERLE TİCARET
Soru 1347: İsrail mallarını ithal etmek ve dağıtmak caiz midir? Eğer zaruret gereği ithal edilmiş olursa, bu malları satmak caiz olur mu?Cevap: İslâm ve Müslümanların düşmanı olan gasıp İsrail Rejimi'nin yararına olan muamelelerden sakınmak gerekir. İsrail'in, yapım ve satımından yararlandığı malları ithal etmek ve dağıtmak hiç kimseye caiz değildir. İslâm ve Müslümanlara zarar vermesi ve bir çok olumsuz yönleri bulunması nedeniyle Müslümanların da İsrail mallarını satın almaları caiz değildir.
Soru 1348: Tüccarların, İsrail mallarını ithal etmeleri ve İsrail'e karşı uygulanan ekonomik ambargoyu kaldıran ülkelerde dağıtmaları caiz midir?Cevap: Aşağılık İsrail rejiminin yapım ve satımından yararlandığı malları ithal etmek ve dağıtmaktan sakınmak farzdır.
Soru 1349: Müslümanların, İslâm ülkesinde satılan İsrail mallarını satın almaları caiz midir?Cevap: Bütün Müslümanlara, üretim ve satım kârı, İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almak ve kullanmaktan sakınmak farzdır.
Soru 1350: İslâm ülkelerinde İsrail'e tur düzenleyen seyahat acenteleri açmak caiz midir? Müslümanlar bu acentelerden bilet satın alabilirler mi?Cevap: İslâm ve Müslümanlara zararlı olduğu için bu iş caiz değildir. Bunun gibi Müslümanlarla savaş hâlinde olan düşman İsrail'e karşı Müslümanlarca uygulanan ambargoyu ihlal eder mahiyette teşebbüslerde bulunmak hiç kimseye caiz değildir.
Soru 1351: Muhtemelen İsrail'i destekleyen Yahudi, Amerikan ve Kanada şirketlerinin ürünlerini satın almak caiz midir?Cevap: Bu ürünlerin alım ve satımları gasıp ve alçak İsrail rejiminin güçlenmesine neden olur veya İslâm ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarında kullanılırsa, kimsenin onları satın alması ve satması caiz değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 1352: İsrail malları İslâm ülkelerine girdikten sonra tacirlerin onların bir bölümünü satın alarak halka satmaları ve dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Bu işte bulunan fesatlar [Müslümanların çıkarına ters düşen ve onlara zarar veren durumlar] nedeniyle onların bunu yapmaları caiz değildir.
Soru 1353: İslâmî bir ülkenin umumî ticaret merkezlerinde İsrail malları sunuluyorsa, Müslümanların kendi ihtiyaçlarını İsrail'e ait olmayan [başka ülkelerden ithal edilen] mallarla gidermeleri mümkün olmasına rağmen İsrail mallarını satın almaları caiz midir?Cevap: Her Müslümana, üretim ve satış kârları İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almaktan ve kullanmaktan sakınmak farzdır.
Soru 1354: Müslümanların İsrail'e ait olduğunu anlayacak olurlarsa ticarî malları satın almayacaklarını dikkate alan tüccarlar Müslüman müşterilerin o malların İsrail'e ait olduğunu anlamamaları için Kıbrıs gibi ülkelerde, İsrail mallarının üzerindeki etiket ve orijin belgesini değiştirerek bu ülkeler aracılığıyla yeniden ihraç et-mektedirler. Böyle bir durum karşısında Müslüman nasıl davranmalıdır?Cevap: Müslümanlar bu gibi malları satın almaktan, dağıtmaktan ve kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Soru 1355: Amerika mallarının alım satımının hükmü nedir? Fransa ve İngiltere gibi Batı ülkeleri de bu kapsama girer mi? Acaba bu yükümlülük sadece İran'a mı özgüdür, yoksa başka ülkeleri de mi kapsar?Cevap: Gayri İslâmî ülkelerden ithal edilen malları satın almak ve kullanmak, İslâm ve Müslümanlara düş-man olan sömürgeci kâfir rejimleri güçlendirirse veya onların İslâm ülkesine veya dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara yönelik saldırıları için gereken maddî güçlerini artırırsa, Müslümanların şer'an onları satın almak ve kullanmaktan sakınmaları farzdır; bu konuda satın alınan mallar arasında ve yine İslâm ve Müslümanlara düşman olan kâfir devletler arasında hiçbir fark yoktur ve bu hüküm sadece İranlı Müslümanlarla sınırlı değildir.
Soru 1356: Kârları kâfir devletlere dönen ve onların güçlenmesine sebep olan kurumlarda ve iş yerlerinde çalışan kimseler ne yapmalıdırlar?Cevap: Kârları Müslüman olmayan ülkelere dönse bile, meşru işlerle kazanç sağlamak özü itibariyle sakıncasızdır. Ancak bu rejim İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olursa ve Müslümanların çalışmalarının ürünleri bu savaşta kullanılırsa, bu kurumlarda çalışmak caiz olmaz.
- ZALİM DEVLETTE ÇALIŞMAK
ZALİM DEVLETTE ÇALIŞMAK
Soru 1357: İslâmî olmayan bir devlette görev alıp çalışmak caiz midir?Cevap: Bunun caiz olması alınan görevin özü itibariyle caiz olmasına bağlıdır.
Soru 1358: Arap ülkelerinden birinde trafik dairesinde çalışan birisi trafik kurallarını çiğneyenlerin dosyalarını imzalayarak onları cezaevine sevk etmekle sorumludur; eğer dosyayı imzalayacak olursa trafik kurallarını çiğneyen kişi cezaevine girecektir; acaba bu görevde bulunması caiz midir? Bu işi karşılığında devletten aldığı maaşın hükmü nedir?Cevap: Kamu düzenini ilgilendiren kurallar gayri İslâmî bir devlet tarafından koyulmuş olsa da her yerde onlara uymak farzdır ve helâl bir iş karşılığında maaş almanın da sakıncası yoktur.
Soru 1359: Müslüman birinin Amerika veya Kanada uyruğuna girmesinden sonra orduya katılması veya polis olması caiz midir? Ve acaba belediye gibi devlet dairelerinde ve devlete bağlı kurumlarda çalışması caiz midir?Cevap: Bu iş fesada, bozgunculuğa yol açmaz, haram bir işi yapmayı ve farz bir ameli terk etmeyi de gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 1360: Zalim bir hükümdar tarafından atanan hâkimin yargılaması ve hüküm vermesinin meşruiyeti var mıdır ve buna binaen ona itaat farz mıdır?Cevap: Bütün şartları haiz olan müçtehitten başkasının -atama hakkı olan bir kimse tarafından atanmamışsa- hâkimlik ve yargı makamını üstlenip insanların arasındaki davaları halletmeye kalkışması caiz değildir. Halkın ona müracaat etmesi de caiz değildir ve onun vereceği hüküm de geçerli değildir. Ancak zarurî haller müstesnadır.
- ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE İLGİLİ HÜKÜMLER
ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Soru 1361: Şöhret elbisesinin ölçüsü nedir?Cevap: Şöhret elbisesi, renginden veya dikiliş özelliğinden dolayı veya eski olmasından ve başka nedenlerden dolayı kişinin giymesi uygun olmayan, insanların karşısında giyecek olursa dikkat çekmesine ve parmakla gösterilmesine sebep olan elbisedir.
Soru 1362: Kadınların yürürken ayakkabılarını yere vurarak çıkardıkları sesin hükmü nedir?Cevap: Dikkatleri çekecek şekilde olmaz ve bir fesada da yol açmazsa bunun özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1363: Kızlar koyu mavi renkli elbise giyebilirler mi?Cevap: Böyle bir elbise giymenin haddizatında bir sakıncası yoktur. Ancak başkalarının dikkatini çekecek nitelikte olmaması ve bir fesada yol açmaması gerekir.
Soru 1364: Kadınların düğün vb. törenlerde vücut hatlarını ortaya koyan dar, şeffaf ve açık elbiseler giymesi caiz midir?Cevap: Kadın mahrem olmayan bir erkeğin bakmasından ve fesada yol açmaktan ve fesada düşmekten güvende olursa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1365: Mümin bir kadının parlak siyah ayakkabı giymesi caiz midir?Cevap: Sakıncası yoktur. Ancak rengi ve şekli namahremlerin dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak nitelikte olmamalıdır.
Soru 1366: Kadınların başörtüsü, pantolon ve gömlek gibi dışarıda giydikleri elbiselerinde sadece siyah rengi seçmeleri farz mıdır?Cevap: Renk, model ve dikim özelliği bakımından kadının elbisesiyle ilgili hüküm, ayakkabı hakkında yöneltilen bir önceki soruya verilen cevapta belirtildiği gibidir.
Soru 1367: Kadının örtü ve elbisesinin başkalarının dikkatini çekecek veya şehveti uyandıracak nitelikte olması; örneğin dikkatleri çekecek bir şekilde çarşaf kullanması veya şehveti uyandıracak bir renkte çorap veya kumaş bir elbise giymesi caiz midir?Cevap: Kadının elbisesinin rengi, modeli veya giyiniş tarzı yabancı erkeklerin dikkatini çekecek, fesada sebep olacak ve günah işlemeye yol açacak biçimde ol-ması caiz değildir.
Soru 1368: Erkeklerin, karşı cinse benzemek kastı olmaksızın evde kadınlara ait elbiseyi ve kadının da erkeklere ait elbiseyi giymesi caiz midir?Cevap: Onu kendileri için sürekli kullanılan bir elbise hâline getirmezlerse bir sakıncası yoktur.
Soru 1369: Erkeklerin, kadınların iç çamaşırlarını satmalarının hükmü nedir?Cevap: Ahlâkî ve toplumsal fesatlara sebep olmadığı sürece sakıncası yoktur.
Soru 1370: İnce çorap dokumak, almak ve satmak şer-'an caiz midir?Cevap: Kadınların onları yabancı erkeklerin karşısında giymeleri kastıyla olmazsa bunları dokumanın, alıp satmanın sakıncası yoktur.
Soru 1371: Evli olmayan kişilerin şer'î ölçüleri ve ahlâkî kuralları gözeterek ticarî yerlerde kadın elbiseleri ve makyaj malzemeleri satmaları caiz midir?Cevap: Çalışmanın ve helâl kazanç elde etmenin caiz oluşu şer'an insanların belli bir grubuna has değildir; İslâmî adap ve ölçüleri koruyan herkese caizdir; fakat toplumun maslahatı dolayısıyla ticarî faaliyet izni veya bazı meslek grupları için dairelerden veya sorumlu yerlerden çalışma izni almanın özel birtakım şartları varsa, bu şartları gözetmek gerekir.
Soru 1372: Erkeklerin zincir takmalarının hükmü nedir?Cevap: Altından veya kullanılması kadınlara has olan şeylerden üretilmişse, erkeğin takması caiz olmaz.
- BATI KÜLTÜRÜNÜ TAKLİT ETMEK
- TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
Soru 1388: Bir memurun devletin mallarını üzerine geçirdiğine dair elimize ulaşan birkaç yazılı rapor sonucu bu suçlamayla ilgili yaptığımız araştırmalarda onun hakkındaki bazı suçlamaların doğru olduğu ortaya çıktı. Fakat yapılan tahkikatta söz konusu adam suçlamaların hepsini inkâr etmektedir. Bu raporları mahkemeye gön-derecek olursak, o adamın haysiyetinin zedeleneceği dikkate alındığında acaba raporu mahkemeye göndermemiz caiz midir? Eğer raporları mahkemeye göndermemiz caiz değilse olaydan haberi olan kimselerin üzerine düşen sorumluluk nedir?Cevap: Beytülmali ve devlet mallarını korumakla sorumlu olan kişi, bir memur veya başka birisi tarafından bu malların zimmete geçirildiğini öğrenirse, şer'an ve kanunen hakkın yerini bulması için o konu hakkındaki bilgilerini ilgili makamlara ulaştırmakla yükümlüdür. Suçlunun haysiyetinin zedeleneceğinden endişelenmek, beytülmali korumak için şer'an hakkı ihkak etmekten alıkoyacak bir gerekçe sayılmaz. Haberi olan herkes, araştırılıp meselenin ispatlanmasından sonra gereğinin yapılması için raporlarını belgeli olarak ilgili yetkililere sunmalıdırlar.
Soru 1389: Bazı gazetelerde hırsızlar, sahtekârlar, resmî dairelerde rüşvet alanlar, iffete aykırı işler yapanlar, fesat çıkaranlar ve gece klüplerinde eğlence partileri dü-zenleyenlerin yakalanmalarıyla ilgili haberler yayınlandığını görmekteyiz; acaba bu gibi haberlerin basılması ve yayınlanması bir nevi kötülüğü yaymak sayılmaz mı?Cevap: Basında sırf olay ve hadiselerin yayınlanması kötülükleri yaymak sayılmaz.
Soru 1390: Öğretim kurumlarından birinin öğrencileri, bu merkezde gördükleri ahlâka aykırı hareketlerin engellenmesi için durumu kültürel yetkililere raporlamaları caiz midir?Cevap: Raporlar açıkça yapılan şeylerle ilgiliyse ve tecessüs ve gıybet denilmeyecek nitelikte olursa sakıncası yoktur; hatta bu, münkerden, kötülükten nehyetme-nin gereklerinden ise, farzdır.
Soru 1391: Dairelerdeki bazı sorumluların yaptıkları ihanet ve zulümleri halkın arasında açıklamak caiz midir?Cevap: Bunu, araştırıp emin olduktan sonra kanunî takibe alınması için sorumlu merkez ve mercilere bildirmenin sakıncası yoktur. Hatta bazen kötülükten alıkoymanın bir gereği sayılırsa, bunu bildirmek farzdır. Ancak bunu halka söylemenin bir gerekçesi yoktur; hatta fitne ve fesada yol açar ve İslâm devletini zayıflatmaya neden olursa bunu halka anlatmak haramdır.
Soru 1392: Müminlerin mallarını araştırmak ve onu zalim devlet ve yöneticiye bildirmek caiz midir? Özellikle eğer bu iş müminlerin eziyet çekmesine ve zarar görmesine sebep olursa hüküm nedir?Cevap: Bu gibi işler şer'an haramdır ve aynı zamanda mümine ulaşan zarar, zalim yöneticinin yanında müminlerin casusluğunu yapmaya dayanırsa, onlara ulaşan zarardan da sorumlu olmayı gerektirir.
Soru 1393: Bir günaha mürtekip oldukları ya da iyiliği terk ettikleri gözlendiğinde Mümin kimselerin kişisel veya umumi işlerini araştırmak (iyiliği emredip kötülükten sakındırmak babından), caiz midir? Vazifeleri olmadığı halda halkın kanun dışı işlerini ortaya çıkarmak için casusluk edenlerin hükmü nedir?
Cevap: Memurların kurumsal işlerinin veya diğer insanların kanunen tahkik ve incelenmesi, resmi yetkili görevlilere kanunlara uygun ve belirlenen çerçeve dahilinde bir sakıncası yoktur. Ancak başkalarının işini araştırmak, sırlarını ortaya çıkarmak için memurların eylem ve davranışlarının peşine düşmek, kanun dışı ve yasalar haricinde caiz değildir.
Soru 1394: Halk arasında kişisel sırlardan, özel ve gizli işlerden bahsetmek caiz midir?Cevap: Özel ve kişisel konuları ortaya çıkarıp başkaları yanında açıklamak, herhangi bir şekilde başka biriyle ilgili ise veya bir fesada sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 1395: Psikologlar hastalığın sebebini teşhis edip tedavi etmek amacıyla hastanın kişisel ve özel ailevi durumuyla ilgili sorular sormaktadırlar; acaba hastanın bu sorulara cevap vermesi caiz midir?Cevap: Eğer bir fesada yol açmazsa, başka bir kişinin gıybetini veya aşağılanmasını gerektirmezse bunun sakıncası yoktur.
Soru 1396: Bazen bir kesim güvenlik güçleri, fesat veya terör guruplarının ortaya çıkarılması için bazı merkezlere girmeyi veya nüfuz etmeyi gerekli görüyorlar. Aynı casusluk ve araştırma işlerinde yapıldığı gibi... Bu işin şeri açıdan hükmü nedir?
Cevap: Eğer ilgili yetkilinin izni ve kanuni kural ve yasalara uyulması şekliyle veya günaha ve çirkinliğe-harama bulaşma durumundan uzak durulursa bir sakıncası yoktur. Yetkililere de onların bu işlerine nezaret etmeleri ve çok dikkatli davranmaları farzdır.
Soru 1397: Bazıları, başkalarının yanında İran İslâm Cumhuriyetindeki bazı olumsuzluklardan ve zaaflardan bahsediyorlar; bu gibi konuşmaları dinlemenin hükmü nedir?Cevap: Dünyanın küfür ve müstekbir güçleri karşısında dimdik duran İslâm Cumhuriyetinin lekelenmesine sebep olacak hiçbir amel açıktır ki İslâm ve Müslümanların yararına değildir. Dolayısıyla, eğer bu sözler İslâm Cumhuriyeti düzenini zayıflatmaya neden olursa caiz değildir.
- SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
Soru 1398: Devlet dairelerinde ve umumî yerlerde sigara içmenin hükmü nedir?Cevap: Dairelerin ve umumî yerlerin dahilî kurallarına aykırı olursa veya başkalarının rahatsız olmasına, incinmesine ya da onlara bir zarar ulaşmasına ortam hazırlarsa caiz değildir.
Soru 1399: Kardeşim uyuşturucu bağımlısı olmakla birlikte uyuşturucu kaçakçılığı da yapmaktadır. Bu durumda onu bundan alıkoymaları için ilgili resmî makamlara haber vermem farz mıdır?Cevap: Kötülükten sakındırmak size farzdır; onun uyuşturucu kullanmayı terk etmesi için ona yardım etmeniz, onun uyuşturucu kaçakçılığı yapmasını, satmasını ve dağıtmasını engellemeniz gerekir; eğer onun durumunu yetkili makamlara bildirmek, bu konuda ona yardımcı olacaksa veya bu iş onu kötülükten sakındırmanın bir gereği sayılırsa bildirmeniz farz olur.
Soru 1400: Enfiye kullanmak caiz midir? Bunu alışkanlık edinmenin hükmü nedir?Cevap: Eğer kullanan kişiye önemli sayılacak bir zararı olursa, onu kullanmak ve alışkanlık kazanmak caiz değildir.
Soru 1401: Tütün almak, satmak ve içmek caiz midir?Cevap: Tütün almak, satmak ve içmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur; fakat birisine ciddî bir zararı dokunursa, bu durumda kullanımı ve alış verişi caiz olmaz.
Soru 1402: Haşhaş temiz midir? Onu kullanmak haram mıdır?Cevap: Haşhaş temizdir; fakat onu kullanmak şer'an haramdır.
Soru 1403: Haşhaş, esrar, eroin, morfin, marihuana vb. uyuşturucu maddeleri yemek, sıvı veya duman olarak içmek, enjeksiyon ve fitille kullanmanın hükmü nedir? Bunları almak, satmak, taşımak, saklamak ve kaçakçılığını yapmak gibi yollarla bunlardan kazanç sağlamanın hükmü nedir?Cevap: Uyuşturucu kullanmak ve ondan yararlanmak, herhangi bir şekilde kullanılmasının yol açtığı kayda değer kişisel ve toplumsal zararı ve olumsuz etkilerinden dolayı haramdır ve bu nedenle taşımak, saklamak ve alıp satmak gibi yollarla bunlardan kazanç sağlamak da haramdır.
Soru 1404: Hastalığı, uyuşturucu madde kullanarak tedavi etmek caiz midir? Eğer caiz ise acaba mutlak olarak mı caizdir, yoksa tedavi yönteminin sadece uyuşturucuyla sınırlı olduğu durumda mı caizdir?Cevap: Eğer hastalığın tedavisi, güvenilir bir doktorun teşhis ve izniyle herhangi bir şekilde uyuşturucu madde kullanmaya bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 1405: Afyon, eroin, morfin, esrar ve kokain yapımında kullanılan haşhaş, Hint keneviri gibi bitkileri ekip yetiştirmenin hükmü nedir?Cevap: İslâm Cumhuriyeti düzeninin kanunlarına göre yasak olan bu bitkileri ekmek ve yetiştirmek caiz değildir.
Soru 1406: Morfin, eroin, esrar, marihuana ve haşhaş gibi tabiî maddelerden veya " L.S.D" gibi sun'î maddelerden uyuşturucu madde yapmak ve hazırlamanın hükmü nedir?Cevap: Caiz değildir.
Soru 1407: Üzerine bazı içki çeşitleri serpilen tütünü kullanmak ve dumanını içine çekmek caiz midir?Cevap: Örfe göre bu tömbekiyi kullanmak içki kullanmak sayılmazsa, insanı sarhoş etmez ve yine insana ciddî bir zarar vermezse, her ne kadar müstehap ihtiyat gereği terk edilmesi gerekiyorsa da sakıncası yoktur.
Soru 1408: Sigara içmek ilk başlayanlar için caiz midir? Bir hafta kadar veya daha fazla bir süre sigarayı terk etmiş olan kimsenin tekrar sigaraya başlaması haram mıdır?Cevap: Hüküm, sigaranın verdiği zarar miktarına göre değişir. Genel olarak insana kayda değer bir zarar verecek miktarda sigara içmek caiz değildir ve eğer insan sigaraya başlamakla bu aşamaya ulaşacağını bilirse yine caiz olmaz.
Soru 1409: Uyuşturucu ticaretinden elde edilen mallar gibi bizzat haram olduğu bilinen şeylerin hükmü nedir? Eğer bu malların sahibini tanımazsak maliki meçhul olan mal hükmünde midirler? Eğer böyleyse, şer'î hâkimin veya onun genel vekilinin izniyle bu malları kullanmak caiz midir?Cevap: İnsan elde ettiği malın haram olduğunu bilirse, onun şer'î sahibini tanıdığı takdirde -şahsını tanımaz, fakat sayılı kişilerden biri olduğunu bilse bile- şer'î sahibine vermesi farzdır. Aksi durumda o malı şer'î sahibi adına sadaka olarak fakirlere vermelidir. Ve eğer haram mal onun helâl malına karışmış ise ve haram malın miktarını bilmiyor ve şer'î sahibini de tanımıyorsa, bu karışık malın humusunu (beşte birini) çıkararak humus verilmesi gereken makama vermesi farzdır.
- SAKAL TIRAŞI
SAKAL TIRAŞI
Soru 1410: Tüylerinin tıraş edilmemesi farz olan alt çeneden maksat nedir? Yüzün iki yanı da bunun içine girer mi?Cevap: Ölçü, örfen sakal bırakmış olmaktır.
Soru: 1411: Uzunluk ve kısalık bakımından sakalın sınırı nedir?Cevap: Bunun belli bir sınırı yoktur; bunda ölçü, örfen sakal denilmesidir. Bir el tutumundan fazla olması ise mekruhtur.
Soru 1412: Sakalı kısaltıp bıyığı uzatmanın hükmü nedir?Cevap: Bunun haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1413: Bazıları sadece çenelerinde tüy bırakarak sakallarını tıraş etmekteler, bunun hükmü nedir?Cevap: Sakalın bir bölümünü tıraş etmek, sakalın tamamını tıraş etmek hükmündedir.
Soru 1414: Acaba sakalı tıraş etmek fısk sayılır mı?Cevap: Farz ihtiyat gereği sakalı kesmek haramdır ve farz ihtiyat gereği sakal kesimi fıskın sonuç ve hükümlerini doğurur.
Soru 1415: Bıyığı tıraş etmenin hükmü nedir? Bıyığı aşırı miktarda uzatmak caiz midir?Cevap: Bıyığı tıraş etmenin, bıyık bırakmanın veya uzatmanın özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bıyığı, yemek yerken ve su içerken yemeğe ve suya değecek miktarda uzatmak mekruhtur.
Soru 1416: Bir sanatçının, mesleği gereği sakalını jiletle veya sakal tıraş makinesiyle kesmesinin hükmü nedir?Cevap: Eğer "tıraş edildi" söylenecek nitelikte olursa farz ihtiyat gereği haramdır. Fakat sanat işi İslâm toplumunun ihtiyaç duyduğu zarurî işlerden sayılırsa sakalı zaruret miktarınca tıraş etmenin sakıncası yoktur.
Soru 1417: Şirketlerden birinin halkla ilişkiler sorumlusu olmam itibariyle misafirlerimizin sakallarını tıraş etmede kullanmaları için tıraş malzemeleri satın alıp onlara sunmamız gerekiyor; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?Cevap: Farz ihtiyat gereği tıraş malzemeleri satın alarak başkalarına vermek zaruret durumu dışında caiz değildir.
Soru 1418: Sakal bırakmak insanın aşağılanmasına sebep olursa, sakalı tıraş etmenin hükmü nedir?Cevap: Sakal bırakmak dinine önem veren Müslüman bir kişinin aşağılanması sebebi olamaz ve farz ihtiyat gereği sakalını tıraş etmesi caiz değildir. Ancak sakal bırakmak insanı zarar ve sıkıntıya sokarsa kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 1419: Sakal bırakmak insanın meşru amaçlarına ulaşmasına engel olursa, sakalı tıraş etmek caiz olur mu?Cevap: Mükellefin ciddî bir zarar ve meşakkat dışında Allah Tealâ'nın emrini uygulaması farzdır.
Soru 1420: Aslında sakal tıraşında kullanılan fakat bazen başka yerlerde de kullanılan tıraş kreminin üretimi ve alım satımı caiz midir?Cevap: Mezkur kremin sakal tıraşından başka helâl menfaatleri de varsa, onu bu amaçla üretmenin ve satmanın sakıncası yoktur.
Soru 1421: Sakalı tıraş etmenin haram oluşundan maksat, tüylerin yüzde tam olarak çıktıktan sonra tıraş edilmesi midir, yoksa yüzde çıkan az miktardaki tüyü tıraş etmeyi de kapsar mı?Cevap: Genel olarak, yüzdeki tüyleri sakal tıraşı denilecek miktarda tıraş etmek ihtiyat gereği haramdır. Ancak sakal tıraşı denilmeyecek miktarda yüzdeki tüyleri kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 1422: Berberin sakal tıraşı karşılığında aldığı ücret haram mıdır? Eğer haramsa, bu para helâl mala karışırsa humus vermek istediğinde iki defa mı humus vermesi gerekir?Cevap: Sakal tıraşı karşısında ücret almak farz ihtiyat gereği haramdır. Harama karışmış helâl mala gelince, eğer haram malın miktarını bilir ve sahibini tanırsa onu sahibine geri vermesi veya onun rızasını alması farzdır. Ama belli kişilerden birisi olarak bile sahibini tanımazsa, bu durumda onu sahibinin hayrına fakirlere sadaka vermelidir ve eğer sahibini tanır da miktarını bil-mezse, uygun bir yolla onun rızasını elde etmesi farzdır. Eğer ne miktarını bilir ve ne de sahibini tanırsa, bu durumda malının haramdan temizlenmesi için humsunu vermelidir. Humusu verdikten sonra geriye kalan mal eğer yıllık giderinden fazlaysa, bu durumda kazancının humusu olarak onun da humusunu vermelidir.
Soru 1423: Bazı müşteriler tıraş makinelerini tamir etmem için bana müracaat ediyorlar; sakalı tıraş etmenin şer'an haram olduğu dikkate alındığında, onların makinelerini tamir etmem caiz midir?Cevap: Mezkur aletin sakal tıraşından başka yerlerde de kullanılabileceğinden, sakal tıraşında kullanılması amacıyla olmazsa onu tamir etmenin ve karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 1424: Yanak yumrusundaki kılları iple veya cımbızla almak haram mıdır?Cevap: Yanak yuvarlağı sakaldan sayılmadığı için oradaki kılları tıraş ederek de almanın sakıncası yoktur.
- GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
Soru 1425: Yabancı ülkelerin üniversiteleri veya hocaları tarafından bazen ziyafet toplantıları düzenleniyor. Bu toplantılarda alkollü içkiler sunulacağı önceden bilinmektedir; bu durumda bu gibi toplantılara katılmak isteyen öğrencilerin şer'î sorumlulukları nelerdir?Cevap: Hiç kimsenin içki içilen toplantılara katılması caiz değildir. Bu toplantılara katılmayın ve bırakın onlar sizin Müslüman olduğunuz için içki içmediğinizi ve içki içilen toplantılara katılmadığınızı anlasınlar.
Soru 1426: Düğün törenlerinde bulunmanın hükmü nedir? Acaba ister istemez insanların dans edecekleri düğün törenlerinde bulunmanın, "bir kavmin haram işine giren onlardandır" rivayetinin kapsamına girdiği ve dolayısıyla o toplantıyı terk etmenin farz olduğu söylenebilir mi, yoksa dans etmemek ve diğer programlara katılmamak kaydıyla orada bulunmak caiz midir?Cevap: Söz konusu merasim, eğer haram toplantı ve günah meclisi denilmeyecek nitelikte olursa ve orada bulunmak bir fesada yol açmayacaksa, orada bulunmanın ve oturmanın örfen caiz olmayan bir işi onaylamak sayılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1427:
a) Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı müzik çalıp dans ettikleri toplantılara katılmanın hükmü nedir?
b) Müzik çalınan ve dans edilen düğün törenlerine katılmak caiz midir?
c) Dans edilen toplantılarda, marufu emretmek ve münkerden sakındırmak katılanlara etki etmezse yine de kötülükten nehyetmek, sakındırmak farz mıdır?
d) Erkek ve kadınların birbirlerine karışarak dans etmelerinin hükmü nedir?Cevap: Genel olarak dans etmek şehveti tahrik edecek nitelikte veya haram olan bir işle birlikte olursa ya da haram olan bir işi gerektirirse caiz değildir. Yine yabancı veya namahrem erkeklerle kadınlar birbirlerine karışırlarsa caiz değildir. Bu konuda düğün törenleriyle diğer törenler arasında hiçbir fark yoktur. Günah toplantısına katılmak da, günah toplantılarına uygun olan tahrik edici müziği dinlemek gibi bir haramı işlemeyi gerektirirse veya günahı onaylama niteliğinde olursa caiz değildir. Marufu ve iyiliği emretmek, münkerden ve kötülükten sakındırmak vazifesine gelince, etkileme ihtimali yoksa insanın üzerinden kalkar.
Soru 1428: Mahrem olmayan bir erkek düğün toplantısına katılır ve o toplantıda örtülü olmayan bir kadın bulunursa; o kadını bu münkerden sakındırmanın bir yararı olmadığı bilinirse, toplantıyı terk etmek farz mıdır?Cevap: Onların davranışına itiraz niteliğinde günah toplantısını terk etmek, münkerden ve kötülükten sakındırmanın bir örneği olursa, orayı terk etmek farzdır.
Soru 1429: Müstehcen müzik kasetlerinin dinlendiği toplantı ve meclislerde bulunmak caiz midir? Onun günah nitelikli müzik olup olmadığında şüphe edilirse, onları bu kaseti çalmaktan alıkoymanın imkânsız olduğu da göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?Cevap: Günah ve eğlence toplantılarına özgü tahrik edici müzik çalınan ve şarkı-türkü söylenen meclislerde bulunmak, onları dinlemeye ve onaylamaya sebep olursa caiz değildir. Fakat mevzuda şüphe edilirse orada bulunmanın ve onları dinlemenin haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1430: İnsanın bazen dinî makamlara veya diğer müminlere iftira atmak gibi uygun olmayan sözleri dinlemek zorunda kaldığı meclis ve toplantılara katılmasının hükmü nedir?Cevap: Sırf orada bulunmak, gıybeti dinlemek, haram bir işi onaylamak ve yaymak gibi haram bir konumu gerektirmezse özü itibariyle sakıncası yoktur; fakat münkerden sakındırmak, şartları oluştuğu zaman farz olur.
Soru 1431: Bazı gayri İslâmî ülkelerde düzenlenen toplantılara katılan misafirlere normalde alkollü içkiler sunulmaktadır; acaba bu toplantılara katılmak caiz midir?Cevap: İçki içilen toplantılarda bulunmak zaruret dışında caiz değildir; zaruret hâlinde ise zaruret miktarıyla yetinilmelidir.
- DUA YAZMAK VE İSTİHARE
DUA YAZMAK VE İSTİHARE(1)
Soru 1432: Dua yazmak karşısında ücret vermek ve almak caiz midir?Cevap: Masumlardan nakledilen duaları yazmak kar-şılığında ücret almak ve vermek caizdir.
Soru 1433: Dua yazanların eski dua kitaplarında rivayet edildiğini iddia ederek yazdıkları duaların hükmü nedir? Şer'î bakımdan bu dualar muteber midir? Bunlara müracaat etmenin hükmü nedir?Cevap: Dualar Ehlibeyt İmamlarından nakledilmişse veya içerikleri haksa, onlarla teberrük edinmenin sakıncası yoktur; nitekim Ehlibeyt İmamlarından olduğu şüp-heli olan duaları Ehlibeyt İmamlarına ait olduğu ümidiyle okumanın da sakıncası yoktur.
Soru 1434: İstihareye uymak farz mıdır?Cevap: İstihareye uymanın şer'î bir zorunluluğu yoktur; fakat istiharenin aksine davranmamak daha iyidir.
Soru 1435: "Hayır işlerde istihareye gerek yoktur" sözünü dikkate alarak, acaba bu işlerin keyfiyeti veya bazen beklenmeyen olayların çıkmasıyla ilgili olarak istihare yapmak caiz midir? Acaba istihare Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği gaybı bilmenin bir yolu sayılır mı, yoksa gayp sadece Allah'a ait mi?Cevap: İstihare, mubah işleri yapmada tereddüt ve şaşkınlığı gidermek içindir; bu tereddüt ister işin kendisi hakkında olsun, ister keyfiyetinde fark etmez. Dolayısıyla tereddüt edilmeyen hayır işlerde istihareye gerek yoktur. Ve yine istihare bir kişinin veya işin geleceğini bilmeye yönelik yapılan bir iş değildir.
Soru 1436: Boşanmak ve boşanmamak gibi konularda Kur'ân'la istihare etmek sahih midir? İnsan istihare ettikten sonra istihareye uygun davranmazsa hükmü nedir?Cevap: Kur'ân'la veya tespihle istiharenin caiz oluşu belli bir konuyla sınırlı değildir. Herhangi mubah bir işte insan tereddüt içerisinde kalır da bir karara varamaz-sa istihare yapabilir. İstihareye uygun davranmak şer'an farz değildir; fakat istihareye aykırı davranmamak daha iyidir.
Soru 1437: Evlilik gibi hayati önem taşıyan işlerde tespih veya Kur'ân'la istihare yapmak sahih midir?Cevap: İnsanın, hakkında karar vermek istediği işler hususunda ilk önce iyice düşünmesi, incelemesi veya güvenilir ve tecrübeli kişilerle istişare etmesi uygundur; eğer bütün bunlara rağmen tereddüdü giderilmezse istihare yapabilir.
Soru 1438: Bir şey hakkında bir kaç kez istihare yapılabilir mi?
Cevap: İstihare tereddüdü gidermek için olduğundan ilk defada tereddüt giderildikten sonra konu değişmediği sürece istihareyi tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
Soru 1439: Bazen İmam Rıza'nın (a.s) kerametlerini içeren yazılarla karşılaşmaktayız. Bu yazılar cami ve türbelerde ziyaret kitaplarının arasına bırakılarak insanlara dağıtılmaktadır. Bu yazıları yayınlayanlar yazının altına, "bu yazıyı okuyan, bunun üzerinden şu kadar yazıp çoğaltmalı, eğer bunu yaparsa, hacetlerine kavuşur" yazıyorlar; acaba bu dedikleri doğru mudur? Ve acaba onu okuyan kişinin, yayınlayan kimsenin isteğini yerine getirmesi farz mıdır?Cevap: Bu gibi şeylerin muteber olduklarına dair hiçbir şer'î delili yoktur. Bunları okuyan kimselerin, yayınlayan kişinin isteğine uyarak onun üzerinden yazması gerekli değildir.
1- [İstihare, insanın şaşırıp ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilmediği durumlarda ehil insanlarla istişarede bulunup bir sonuca varamadığı takdirde, yüce Allah'a yönelip o hususta Rabb'ul-Âlemin'den kendisine hayırlı olanı talep etmesi demektir. İstihare çeşitli şekillerde yapılır. En yaygını Kurân-ı Kerim'le yapılan istiharedir. Bu hususta ayrıntılı bilgi için dua kitaplarına bakınız.]
- DİNÎ PROGRAMLAR DÜZENLEMEK
- VURGUNCULUK VE İSRAF
VURGUNCULUK VE İSRAF
Soru 1468: Hangi malları stoklamak şer'an haramdır? Stokçuları malî cezalara çarptırmak sizce caiz midir?Cevap: Stok edilmesi haram olan mallar, rivayetlerde belirtildiğine ve meşhur görüşe göre sadece halkın çeşitli tabakalarının genellikle ihtiyaç duyduğu dört tahıldan (buğday, arpa, üzüm ve hurma) ve hayvan yağı ile bitkisel yağdan ibarettir. Fakat İslâm hükümeti genel maslahat gereğince halkın diğer ihtiyaçlarının stoklan-masını da engelleyebilir. Hâkimin uygun görmesi duru-munda stokçulara malî ceza vermenin sakıncası yoktur.
Soru 1469: Elektrik enerjisini ihtiyaçtan fazla kullanmanın aydınlanmak için israf olmadığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?Cevap: Her şeyi ve hatta elektrik enerjisi ve lamba ışığını ihtiyaçtan fazla kullanmak hiç kuşkusuz israf sayılır. Ancak doğru olanı Resulullah'tan (ona ve Ehlibeyti'ne selâm olsun) nakledilen, "Hayırlı işte israf olmaz." buyruğudur.
- ALIŞ VERİŞ HÜKÜMLERİ
- FAİZ HÜKÜMLERİ
FAİZ HÜKÜMLERİ
Soru 1619: Bir kamyon satın almak isteyen bir şoför kamyon satın almak için gerekli parayı başka birinden alarak para verenin vekâletinde kamyonu onun için alır. Sonra bu adam kamyonu taksitle şoföre satar; bu muamelenin hükmü nedir?Cevap: Şoför eğer muameleyi mal sahibinin vekili olarak yapmış ve daha sonra mal sahibi de onu taksitle vekilin kendisine satmışsa, her iki muamelede tarafların ciddî olarak alış veriş niyetleri olur ve bununla faizden kaçmak amacıyla hile yapmayı amaçlamazlarsa böyle bir muamelenin sakıncası yoktur.
Soru 1620: Faizli borç nedir? Bankaya para yatıran mevduat sahiplerinin kâr olarak bankadan aldıkları yüzdelik, faiz sayılır mı?Cevap: Faiz, borçlunun alacaklıya -aldığı borçtan dolayı- borç olarak aldığı mala ilâveten verdiği fazlalıktır. Bankaya yatırılan paranın kârı konusuna gelince; [İran'daki uygulamada] banka mevduat sahibinin vekili olarak kendisine tevdi edilen (verilen) parayı şer'î sahih sözleşmelerden biri çerçevesinde çalıştırmak zorundadır ve bu muameleden elde edilen kâr faiz değildir ve bu kârı almanın sakıncası yoktur.
Soru 1621: Faizli muamelenin ölçüsü nedir? "Faiz sadece borçta olur, başka durumlarda değil." sözü doğru mudur?Cevap: Faiz borçta olduğu gibi bazen alış verişte de olabilir. Alış verişte faiz, tartı veya ölçekle satılan bir malı kendisiyle aynı cinsten olan başka bir maldan daha fazla bir miktar karşılığında satmakla olur.
Soru 1622: Açlıktan ölmek üzere olan ve kendisini ölümden kurtarmak için murdardan başka bir şey bulamayan kimsenin zaruret durumunda murdar yemesi şer'an caiz olduğu gibi, acaba çalışma gücü olmayan ve az bir sermayesi bulunan bir kimse, kârla geçinmek için parasını faizli muamelede kullanmak zorunda kalırsa, zaruret hâline binaen faiz alması caiz midir?Cevap: Faiz haramdır ve bunu zaruret hâlinde murdar yiyen kişiyle kıyaslamak doğru değildir, bu ikisi arasında fark vardır; çünkü birinci durumda kişi murdardan başka kendisini ölümden kurtaracak bir şey bulamıyor. Oysa çalışma gücü olmayan kimse kendi sermayesini kâr ortaklığı (mudarebe) gibi şer'î akitlerden biri çerçevesinde çalıştırabilir.
Soru 1623: Ticarî muamelelerde bazen posta pulları değerlerinden yüksek bir fiyata satılmaktadır. Örneğin yirmi riyallik bir pul yirmi beş riyale satılmaktadır; acaba bu muamele sahih midir?Cevap: Bunun sakıncası yoktur ve bu fazlalık faiz sayılmaz. Çünkü faizli muamele, ölçü ve tartıyla satılan ve aynı cinsten olan iki şeyin alış verişinde alınan veya satılan şeyin miktarının ötekisine oranla fazla olmasıdır ve bu tür muamele batıldır.
Soru 1624: Faiz bütün özel ve tüzel kişilere eşit şekilde mi haramdır, yoksa bazı özel durumlarda istisna var mıdır?Cevap: Faiz genel olarak haram olmakla birlikte babayla oğul ve karıyla koca arasındaki faizli borç ve Müslüman'ın gayrimüslimden aldığı faiz müstesnadır.
Soru 1625: Alış veriş belli bir fiyatla tamamlandıktan sonra tarafların, müşteri vadeli bir çek verdiği takdirde belirlenen fiyat üzerine bir meblağ eklenmesi hususunda anlaşmaları caiz midir?Cevap: Alış veriş belli bir fiyat üzerinden gerçekleştikten sonra fazlalık asıl meblağı ödemedeki gecikme dolayısıyla istenirse, bu durumda fazlalık şer'an haram olan faizdir ve sırf tarafların bu fazlalığın ödenmesi üzerine anlaşmalarıyla o para helâl olmaz.
Soru 1626: Bir kimsenin bir miktar borç paraya ihtiyacı olursa ve kendisine borç verecek birini de bulamazsa, ihtiyaç duyduğu meblağı temin etmek için bir malı fiyatından fazlasına veresiye olarak satın aldıktan sonra onu aynı mecliste satıcıya daha az bir fiyata nakit olarak satması; örneğin bir kilo safranı parasını bir sene sonra vermek üzere veresiye olarak satın aldıktan sonra aynı mecliste satıcının kendisine nakit olarak satın aldığı fiyatın üçte ikisine satması caiz midir?Cevap: Faizli borçtan kaçmak için gerçekte bir tür hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve batıldır.
Soru 1627: Ben kâr elde etmek ve faizden kaçmak için değeri yüksek olan bir evi beş milyon riyale satın aldım. Sözleşme esnasında, satıcının beş ay içerisinde muameleyi feshedebileceğini ve bu durumda benden aldığı parayı geri vererek evi alabileceğini şart koştuk. Muamele bittikten sonra aynı evi satıcının kendisine aylık 150 bin riyale kiraya verdim. Şimdi muamelenin üzerinden dört ay geçtikten sonra İmam Humeyni'nin (r.a) fetvasına göre bu işin faizden kaçmak için olursa caiz olmadığını öğrendim. Sizin fetvanıza göre bunun hükmü nedir?Cevap: Eğer bu muamele ciddî bir iradeyle gerçekleşmemiş ve sadece satıcının borç para elde etmek ve müşterinin ise bir kazanç sağlamak amacıyla biçimsel olarak yapılmışsa, faizli borçtan kaçmak için bir hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve batıldır. Bu tür muamelelerde müşterinin sadece evin fiyatı olarak satıcıya vermiş olduğu parayı geri alma hakkı vardır.
Soru 1628: Faizden kaçmak için mala başka bir şey eklemenin hükmü nedir?Cevap: Faizli borcun caiz olması için bunun hiçbir etkisi yoktur ve mala bir şey eklemekle faizli borç helâl olmaz.
Soru 1629: İşçi ve memurların çalıştıkları yıllarda aylık maaşlarının bir bölümünü, yaşlandıklarında kullanmak için emeklilik sandığına ödemeleri ve emekliye ayrıldıktan sonra o parayı devlet tarafından ona eklenen bir meblağla birlikte almalarının bir sakıncası var mıdır?Cevap: Emekli maaşı almanın sakıncası yoktur. Devletin emekliye aylık maaşından kestiği miktara ek olarak verdiği para, onun maaşlarının kârı değildir ve faiz sayılmaz.
Soru 1630: Bazı bankalar tapusu olan evin onarımı için cüâle sözleşmesi(1) çerçevesinde ev sahibine borç veriyorlar; bu durumda, borçlu kişi borcunu yüzdelik bir oran fazlalıkla birlikte belli bir zamana kadar taksitle ödemek zorundadır. Acaba bu şekilde borç almak şer'-an caiz midir ve bu konuda cüâle sözleşmesi nasıl tasavvur edilebilir?Cevap: Eğer söz konusu meblağ ev sahibine evini onarması için borç olarak verilmişse bu durumda onun cüâle olması anlamsızdır; borcun kendisi her halükârda sahih olmakla birlikte verilen borçtan fazla almak şartı caiz değildir. Ancak ev sahibinin, evin onarımı için ban-ka için bedel kararlaştırmasının sakıncası yoktur. Bu durumda cu'l (bedel) sadece bankanın evin tamiri için harcadığı miktar değil, bankanın evi onarma karşılığında taksit olarak istediği şeylerin hepsidir.
Soru 1631: Eşyayı nakit değerinden fazlasına veresiye olarak satın almak caiz midir? Bu faiz sayılmaz mı?Cevap: Eşyaları nakit fiyatından fazlasına veresiye olarak satmanı ve satın almanın sakıncası yoktur; nakit ve veresiye arasındaki fiyat farkı faiz sayılmaz.
Soru 1632: Bir kimse evini muhayyerlik satışıyla satar. Fakat satışı feshetmek için belirlenen zamana kadar parayı müşteriye geri veremez. Bu arada üçüncü bir kişi satıcının muameleyi feshetmesi için bu parayı müşteriye öder; ancak verdiği paraya ilâveten kendi hizmeti karşılığı bir miktar para almayı da şart koşar; şer'an bu meselenin hükmü nedir?Cevap: Eğer üçüncü kişi parayı müşteriye geri vermek ve muameleyi feshetmek için satıcı tarafından vekil olarak görevlendirilmişse, yani, önce satıcıya bir miktar borç verir ve sonra satıcı tarafından vekil olarak onu müşteriye vererek satışı feshederse, onun bu işi ve bu vekâletinden dolayı ücret almasının sakıncası yoktur. Ama müşteriye ödediği parayı satıcıya borç olarak vermişse, bu durumda satıcıdan taraf müşteriye mal değeri olarak vermiş olduğu paradan fazlasını isteyemez.
1- [Cüâle: İnsanın yapılan bir hizmet karşılığında işi yapan kimseye belli bir ücret ve ödül vermeyi kararlaştırmasına denir. Birisinin kim kaybettiğim şeyi bulursa, ona şu kadar ödül vereceğim demesi gibi.]
- ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI
ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI(1)
Soru 1633: İki kişinin ortak olduğu vakıfta, ortaklardan birisinin kendi hissesini satması caiz olduğu düşünülürse ve buna dayanarak üçüncü bir kişiye satarsa diğerine şufa hakkı doğar mı? Ve yine iki kişi bir mülkü veya bir vakfı ortak olarak kiraladıktan sonra, bunlardan birisi kendi hissesini sulh, kira vb. şeylerle üçüncü bir kişiye aktarırsa kiralanan şey hakkında diğerine şufa hakkı doğar mı?Cevap: Şufa hakkı, dışarıda mevcut ve belli bir mülkün malikiyetine ortaklık hususunda ve iki ortaktan birinin, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Dolayısıyla iki kişiye ait olan bir vakıfta, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmasıyla -satmasının caiz olduğu kabul edilse bile- ve yine kiralanan belli bir mülk konusunda da ortaklardan birisinin kendi hakkını üçüncü bir şahsa aktarmasıyla şufa hakkı doğmaz.
Soru 1634: Şufa yoluyla alma konusunda mevcut fıkhî kaynaklardan ve medenî kanunda kullanılan ifadelerden anlaşıldığı üzere, ortak olan iki kişiden biri, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, diğerine şufa hakkı doğar. Bu durumda, ortaklardan birisi müşteriyi ortağının hissesini satın almaya teşvik eder veya müşteriye ortağının hissesini satın alacak olursa onu şufa hakkıyla kendisinden almayacağı vaadinde bulunursa acaba onun bu davranışı şufa hakkının düşmesi olarak görülebilir mi?Cevap: İki ortaktan birinin sırf, üçüncü bir kişiyi, ortağının hissesini satın almaya teşvik etmesi, ona şufa hakkı doğmasına engel oluşturmaz; hatta ortağıyla muamele yapacak olursa kendisinin şufa hakkıyla onu almayacağını vaadetmesi bile, daha önce yapılan bir sözleşmede müşteriyle ortağı arasında muamele yapıldığında şufa hakkıyla onu almayacağına dair bağlayıcı bir taahhütte bulunmamışsa, muamelenin gerçekleşmesinden sonra onun şufayla alma hakkının düşmesine sebep olmaz.
Soru 1635: Ortağı kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmadan diğer ortağın kendi şufa hakkını düşürmesi sahih midir? Bu, daha meydana gelmemiş bir haktan vazgeçmek olduğuna göre hükmü açıklar mısınız?Cevap: Şufa hakkı gerçekleşmedikçe ve iki ortaktan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmasıyla bu hak fiiliyet kazanmadıkça şufa hakkını düşürmek sahih değildir; fakat iki ortaktan birinin bağlayıcı bir sözleşmede yan koşul olarak, diğer ortağı kendi hissesini başka bir kişiye satacak olursa şufa hakkını kullanmayacağını taahhüt etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1636: Bir kimse, kendisine borçlu olan iki kardeşin mülkiyetinde bulunan iki katlı bir binanın bir katını kiralar. Alacaklı borcunun ödenmesini istemesine rağmen borçlular iki yıldan beri borcu ödemekten kaçınırlar, bu da şer'an ona takas hakkının doğmasına sebep olmaktadır. Evin değeri ise alacağı meblağdan fazladır; bu durumda, alacaklı eğer takas olarak alacağı meblağ miktarınca o binaya sahiplenir ve onlarla ortak olursa, acaba binanın geri kalan kısmında şufa hakkına sahip olur mu?Cevap: Sorudaki durumda şufa hakkının yeri yoktur; çünkü şufa hakkı, ortaklardan birinin hissesini satın alarak veya takasla sahiplenerek diğeriyle ortak olması durumunda değil, satıştan önce ortak oldukları malda, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Ayrıca, şufa hakkı, bir mülkte ortaklar sadece iki kişi olursa ve ortaklardan birinin kendi hissesini satması durumunda gerçekleşir; ikiden fazla ortak olursa şufa hakkı oluşmaz.
Soru 1637: Bir mülke iki kişi eşit oranda ortaktırlar ve mülkün tapusu da her ikisinin adınadır. Kendi el yazılarıyla düzenlenmiş âdi bir belge gereğince mülk bu ikisi arasında belirlenmiş sınırlarla bölünmüş ve dağıtılmıştır. Bu durumda, eğer taksim ve ifrazdan sonra bunlardan birisi kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmak istediğinde, sırf mülkün tapusunun ikisinin adına olması nedeniyle öteki ortağa şufa hakkı doğar mı?Cevap: Satılmış hisse, satış anında ortağın hissesinden ifraz edilmiş ve belli sınırlarla ayrılmış ise, sırf mülkün tapu belgesindeki ortaklıkla şufa hakkı gerçekleşmez.
1- [Şufa hakkı, üçüncü kişiye satılan arazi ve ev gibi gayrimenkul malın o mala ortak olanın öncelikle satın almasına yetki veren hakka denir.]
- KİRA
- MALÎ KEFALET
MALÎ KEFALET
Soru 1682: Banka hesabında mevcut nakiti bulunmayan bir kimse başka bir şahsa kefil olmak için vesika olarak çek keşide edebilir mi?Cevap: Bu gibi meselelerde ölçü, İslâm Cumhuriyeti [ya da bulunulan ülke] kanunlarıdır.
Soru 1683: Bir miktar alacaklı olduğum şahıs, borcunu ödemekte kusur edince, akrabalarından biri borçluya bir süre zaman tanımam şartıyla bana borç miktarında vadeli bir çek verdi ve böylece çekin ödeme süresi doluncaya kadar borçlu borcunu ödemezse borca kefil oldu. Daha sonra borçlu kaçarak saklandığı için ona şimdi ulaşmam da mümkün değil. Bu durumda acaba bütün borcu kefilden almam caiz midir?
Cevap: Belli bir süreye kadar borçlu borcunu öde-mezse, borcu ödeyeceğine dair şer'an sahih bir şekilde kefil olmuşsa, vakti geldiğinde alacağınızı istemeniz ve hepsini kefilden almanız caizdir.
- REHİN (İPOTEK)
REHİN (İPOTEK)
Soru 1684: Birisi bankadan aldığı borç karşılığında evini ipotek etmiş ve borcunu ödeyemeden vefat etmiştir. Küçük yaştaki mirasçıları da borcun tamamını ödeyemeyince banka, fiyatı borç meblağından kaç kat fazla olan eve el koymuş ve zaptetmiştir; bu fazla fark miktarının hükmü nedir? Küçük çocuklar ve onların haklarıyla ilgili hüküm nedir?Cevap: Alacaklının alacağına ulaşmak için ipotekli malı satmasının caiz olduğu yerlerde onu mümkün olan en yüksek fiyata satması farzdır. Bu durumda eğer ipotekli mal alacaklının talebinden fazla olursa, kendi hakkını aldıktan sonra geri kalanını şer'î sahibine geri vermesi gerekir. Dolayısıyla soruda söz konusu edilen fazlalık mirasçılara aittir.
Soru 1685: Mükellefin, bir şahıstan bir zamana kadar belli bir meblağ borç alarak evini borç karşılığında onun yanında ipotek etmesi ve sonra da aynı evi alacaklı kişiden belli bir meblağ karşılığında belli bir zamana kadar kiralaması caiz midir?Cevap: Mülk sahibinin kendi malını kiralamasındaki sakıncaya ilâveten, böyle muameleler, faizli borç elde etmek için yapılan bir hile olup şer'an haram ve batıldır.
Soru 1686: Bir şahıs bir miktar borç karşılığında arsasını bir başkası yanında ipotek etmiştir. Bunun üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş, ipotek eden ve alacaklının her ikisi de ölmüşlerdir. İpotek edenin ölümünden sonra mirasçıları defalarca alacaklının mirasçılarından arsayı geri istemelerine rağmen onlar bu talebi reddederek arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını iddia etmektedirler. Acaba bu durumda ipotek eden kişinin mirasçılarının, arsalarını alacaklının mirasçılarından geri almaları caiz midir?Cevap: Alacaklının borcunu almak için, arsayı sahiplenmeye hakkı olduğu tespit edilir ve arsanın değeri de borç miktarında veya ondan daha az olursa ve ölünceye kadar da yer onun tasarrufunda kalmışsa, bu durumda görünürde arsa ona aittir ve ölümüyle o toprak onun bıraktığı maldan ve mirasçılara ulaşan mirastan sayılır; aksi durumda arsa ipotek edenin mirasçılarına miras olarak ulaşır ve onlar bu mirası onlardan isteyebilirler. Ancak ipotek edenin mirasçıları onun borcunu geri bıraktığı maldan alacaklının mirasçılarına ödemelidirler.
Soru 1687: Bir evi kiralamış kimsenin onu borcu karşılığında alacaklının yanında ipotek etmesi caiz midir, yoksa ipoteğin sıhhatinde ipotek edilen malın ipotek edenin kendi malı olması şart mıdır?Cevap: Ev sahibi kiralanan şeyin ipotek edilmesine izin verirse, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1688: Birisine olan borcum karşılığında evimi bir yıl süreyle onun yanında ipotek ettim ve bununla ilgili olarak bir sözleşme yaptık. Fakat ben sözleşme dışında evin üç yıl onun elinde kalacağı vaadinde bulundum. Acaba ipotek süresi için geçerli olan, sözleşmede kaydedilen süre mi, yoksa formalite icabı verdiğim söz müdür? İpoteğin batıl olduğu farz edilse, bu durumda ipotek edenle alacaklının ne yapmaları gerekir?Cevap: İpoteğin süresi konusunda sözleşmede yazılan, verilen söz ve buna benzer şeylerin geçerliliği yoktur; bu konuda ölçü borç sözleşmesidir. Dolayısıyla eğer belli bir süre üzerinde şart koşulmuşsa, o süre dolunca ipotek bozulur; aksi takdirde borç ödeninceye veya alacaklı borçlunun zimmetini berî edinceye kadar ipotek geçerlidir. Ev ipotek olmaktan çıkar veya ipotek sözleşmesinin temelden batıl olduğu anlaşılırsa, ipotek eden alacaklıdan ipotek ettiği malı isteyebilir. Alacaklı da sahibine onu geri vermekten kaçınamaz ve o mala sahih ipoteğin sonuçlarını uygulayamaz.
Soru 1689: İki yıl veya daha fazla bir süre önce babam bir kişiye olan borcundan dolayı bir miktar altın sikkeyi onun yanında ipotek etti. Babam ölümünden birkaç gün önce alacaklının o altınları satmasına izin verdi, fakat bu istediğini ona ulaştırmadı. Daha sonra ben babamın ölümünden sonra borçlu olduğu meblağı birinden borç alarak babamın borcunu ödeyip zimmetini berî etmek kastı olmaksızın, sırf ipotek edilen malı ondan alarak başkasının yanında ipotek etmek amacıyla ona verdim. Fakat alacaklı, mirasçıların hepsi muvafakat et-medikçe malı teslim etmekten kaçındı. Bazı mirasçılar da malın teslim alınmasına izin vermekten çekindiler. Bu nedenle verdiğim parayı geri almak için alacaklıya müracaat ettiğimde, o da parayı alacağı karşısında aldığını iddia ederek bana geri vermekten kaçındı. Bu durumda şer'an hüküm nedir? Acaba alacaklının, alacağını aldıktan sonra ipotekli malı geri vermekten kaçınması caiz midir? Babamın borcunu ödemekle sorumlu olmadığım ve ona parayı babamın borcunu ödemek için vermediğim göz önünde bulundurulursa, acaba alacaklının o parayı alacağı karşılığında alarak geri vermeme hakkı var mıdır? Ve acaba ipotekli malı bana vermeği diğer mirasçıların muvafakatine bağlı kılabilir mi?Cevap: Eğer alacaklıya parayı meyyitin borcunu ödemek kastıyla vermiş iseniz, bu durumda meyyitin zimmeti berî olur, üzerindeki borç kalkar ve ipotekli mal serbest olarak alacaklının yanında emanete dönüşür. Ancak ipotekli mal bütün mirasçılara ait olduğu için onu mirasçıların tümünün muvafakati olmaksızın mirasçıların bazılarına veremez. Eğer paranın ölen kişinin borcu karşılığında ödendiği kesinlik kazanmaz ve alacaklı da bunu itiraf ederse, alacaklı o parayı alacağı karşısında kendisi için alamaz ve kendisine veren kişinin istemesi durumunda geri vermesi farzdır. Böylece meyyitin mirasçıları babalarının borcunu verip ipotekli malı kurtarıncaya veya alacaklıya, hakkını alması için onu satmasına izin verinceye kadar altınlar ipotek olarak onun yanında kalır.
Soru 1690: Malını birinin yanında ipotek eden kimsenin, aynı malı ipotekten kurtarmadan önce borcundan dolayı üçüncü bir kişinin yanında ipotek etmesi caiz midir?Cevap: Malını ipotek eden kimse, birinci ipotekten kurtulmadan önce aynı malı birinci alacaklının izni olmaksızın ikinci kez ipotek etmesi fuzulî olup, sıhhati birinci alacaklının iznine bağlıdır.
Soru 1691: Bir şahıs, kendisine borç olarak belli bir meblağ vermesi için tarlasını başka birinin yanında ipotek eder. Fakat ipotek alan, belirlenen meblağa sahip olmadığını mazeret göstererek onun yerine tarla sahibine on baş koyun verir. Tarafların ipoteği çözerek her birinin kendi malını almak istedikleri zaman, alacaklı kendisine on baş koyunun geri verilmesinde ısrar ediyor, acaba onun şer'an buna hakkı var mı?Cevap: İpotek kesin ve sabit bir borç karşılığında olur; sonradan gerçekleşecek borç karşılığında değil. Sorudaki durumda tarla ve koyunların, her biri sahibine geri verilmelidir.
- ORTAKLIK
ORTAKLIK
Soru 1692: Bir şirket sahibiyle sermayeyi kullanmada benim tarafımdan vekil olup hisse senetlerinin kârından her ay bana örneğin elli bin riyal vermesi kaydıyla sermayede ortak oldum ve bir yıl sonra bu mal ve kârı karşılığında ondan bir arsa aldım; bu arsanın hükmü nedir?Cevap: Sorudaki varsayımda yatırımda ortaklık ve sermayenin şirket sahibi tarafından çalıştırılması izni söz konusudur. Dolayısıyla elde edilen kazanç eğer şer-an helâl olan bir şekilde gerçekleşmişse, arsayı almanın sakıncası yoktur.
Soru 1693: Birkaç kişi ortak olarak bir şey satın alırken aralarında kur'a çekerek kimin adına çıkarsa onu ona vermeyi şart koşmalarının hükmü nedir?Cevap: Kur'a çekmekten maksat, herkesin ortak maldaki hissesini kur'a çekiminden sonra adına çıkan kimseye kendi rızalarıyla hibe etmekse, bunun sakıncası yoktur; fakat maksat, ortak malın kur'a çekimiyle adına kur'a çıkan kişinin malı olması ise, bu şer'an sahih değildir. Bunun gibi asıl maksat kaybetme-kazanma (kumar) olursa da sahih değildir.
Soru 1694: İki kişi bir tarla satın alır ve yirmi yıl süreyle ortak olarak orayı ekip biçerler. Şimdi ortaklardan biri kendi hissesini başkalarına satmak istiyor; acaba böyle bir hakkı var mı, yoksa sadece öteki ortak mı onu satın alma hakkına sahiptir? Eğer hissesini ortağına satmazsa acaba öteki ortağın buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Ortaklardan biri, diğerini hissesini kendisine satmaya zorlayamaz ve hissesini başka birine satmak istediğinde de ona itiraz edemez. Ancak muamele kesinleştikten sonra eğer şufa hakkının gerçekleşmesi için bütün şartlar mevcutsa, onu şufa (ortağından satın almada öncelikli olma) hakkına dayanarak alabilir.
Soru 1695: Sanayi ve ticarî şirketlerin veya bazı bankaların satışa sundukları hisse senetlerinin alım satımının hükmü nedir? Şöyle ki, bir hisse senedi satın alındıktan sonra borsada pazarlanmakta, alınıp satılmakta ve böylece fiyatı alış fiyatından yukarı çıkmakta veya aşağı inmekte; alım satımın sermaye üzerinde değil de hisse üzerinde yapıldığı kesindir. Yine eğer bu şirketlerin faize dayalı faaliyetleri olduğu bilinirse veya bu konuda şüphe edilirse hüküm nedir?Cevap: İşyeri, fabrika, şirket veya banka hisselerinin malî değeri, eğer hisselerin kendisinden kaynaklanır ve malî değeri belirleme yetkisine sahip olan kimsenin hisselere malî değer vermesi sonucu ortaya çıkarsa, bu durumda onun alım satımının sakıncası yoktur. Yine eğer fabrika, şirket, iş yeri ve bankanın değeri ve sermayesi ölçü alınarak hisselerine malî değer verilirse, yani her bir hisse senedi o değer ve sermayenin bir bölümünü temsil ettiği için bir değer belirlenirse, alım satımının sakıncası yoktur. Ancak, bu şirketin hisselerinin tümü hakkında ve aldanmayı önlemede etkili olan diğer şeylerden haberdar olmak ve söz konusu şirket, iş yeri ve fabrikanın iş ve faaliyetinin şer'an helâl olması gerekir.
Soru 1696: Biz üç kişi bir tavuk mezbahasına ve oraya ait bir mülke ortağız. Aramızda uyum olmadığı için ortaklıktan ayrılmaya karar verdik ve bu amaçla mezbahayla ona ait mülkü ortaklar arasında açık artırma ile satışa koyduk. Açık artırmayı ortakların biri kazandı. Fakat bu güne kadar bize hiçbir ödemede bulunmamıştır. Acaba bu muamele geçersiz sayılır mı?Cevap: Bir malın sırf açık artırmaya çıkarılması ve ortaklardan biri veya başka biri tarafından en yüksek fiyatın teklif edilmesi, satışın gerçekleşmesi ve mülkiyetin intikali için yeterli değildir. Hisselerin satışı şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe ortaklık aynen devam eder. Fakat satış sahih bir şekilde gerçekleşirse, müşterinin parayı ödemeyi geciktirmesi satışın batıl olmasına sebep olmaz.
Soru 1697: Şirket kurup resmî işlemlerini tamamladıktan sonra diğer ortakların muvafakatiyle şirketteki hissemi başka birine sattım. Müşteri de bunun karşısında bana birkaç tane çek verdi. Ancak hesabında çeklerin karşılığı olmadığından müşteriye müracaat ettiğimde benden çekleri alarak şirketteki hissemi geri verdi. Fakat hissem resmiyette onun adında kaldı. Daha sonra müşterinin bu hisseyi başka birine satmış olduğunu anladım; acaba onun bu satışı sahih midir, yoksa kendi hissemi isteme hakkına sahip miyim?Cevap: Sizinle muameleyi feshettikten sonra hisseleri satmışsa, bu durumda onun bu satışı fuzulî olup geçerliliği sizin izninize bağlıdır. Ama satışı feshetmeden önce o hisseyi üçüncü bir kişiye satmış ise, bu durumda bu satışın sıhhatine hükmedilir ve müşteri birinci muameleyi feshettikten sonra muameleyi feshettiği günün fiyatı üzerinden malın (hissenin) değerini size geri vermelidir.
Soru 1698: Babalarından kendilerine bir ev miras kalmış iki kardeşten biri, payına düşeni almak veya satışla ortaklıktan ayrılmak ister. Fakat ötekisi bu konuda tüm çözüm yollarını reddeder; bölüşmeye, hissesini kardeşine satmaya ve kardeşinin hissesini satın almaya yanaş-maz. Bu nedenle birinci kardeş mahkemeye başvurur. Mahkeme de evi araştırması için adlî uzman (bilirkişi) görevlendirir ve araştırma sonucu evin bölünemeyeceği ve ortaklığın sona ermesi için ya birisinin hissesini diğerine satması veya ev üçüncü bir kişiye satıldıktan son-ra ortakların parasını teslim alması gerektiği bildirilir ve mahkeme tarafından bu görüş onaylanır. Böylece ev açık artırımlı satışa çıkarılarak satılır ve parası ortaklara teslim edilir. Acaba bu satış geçerli midir ve kardeşlerin her birinin o paradan kendi hissesini alması caiz midir?Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 1699: Ortaklardan biri şirketin parasıyla bir mülk satın alarak onu eşinin adına geçirir; acaba bu muamele ortakların hepsine mi aittir ve mal ortakların hepsinin mi sayılır? Ve acaba o ortağın eşi, kocası izin vermese bile şer'an mezkur mülkü ortakların adına geçirmekle yükümlü müdür?Cevap: Bu şahıs o mülkü eğer zimmetinde olan küllî parayla (yükümlü olduğu paranın geneliyle) kendisi veya karısı için satın almış ve daha sonra parasını şirketin ortak parasından vermişse, bu durumda o mülk ona veya karısına aittir ve diğer ortaklara sadece malları oranında borçlu olur. Fakat onu bizzat şirketin kendi malıyla satın almış ise, bu durumda muamele ortakların hissesi oranında fuzulî olup geçerliliği ortakların iznine bağlıdır.
Soru 1700: Acaba mirasçılardan bazıları veya vekilleri diğer mirasçıların muvafakati olmaksızın müşâ malda (ifraz edilmemiş ortak mal) bilfiil tasarruf edebilirler mi veya o mal üzerinde muamele yapabilirler mi?Cevap: Ortaklardan birinin ortak malda diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın bilfiil tasarruf yapması caiz değildir. Yine ortaklardan birinin diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın ortak mallarla muamele yap-ması sahih değildir.
Soru 1701: Ortaklardan bazıları müşâ mülkü (ifraz edilmemiş ortak mülkü) satar veya başka birisi satar da bazı ortaklar buna izin verirlerse, acaba bu satış sahih midir ve hepsinin rızası olmadan bütün ortaklar için geçerli midir, yoksa bu satışın bütün ortaklar için geçerliliği hepsinin rıza ve kabulüne mi bağlıdır? Ve Eğer hepsinin rızası şartsa, acaba bu durumda malda ortaklığın, ticarî bir şirket içinde olmasıyla âdi bir şirket içinde olması arasında fark var mıdır? Yani böylece birinci tür şirkette değil de, ikinci tür şirkette ortakların tümünün rızasının şart olduğu söylenebilir mi?Cevap: Satış sadece onu satan veya satışına izin veren kişinin hissesinde sahih ve geçerlidir, diğer ortakların hissesinde ise her birinin iznine bağlıdır; bu konuda ortaklık veya şirket türleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1702: Bir kişi bankayla ortaklaşa konut yapmak için bankadan bir miktar para borç alır. Evi yaptıktan sonra doğal afetlere karşı onu banka nezdinde sigorta eder. Şimdi evin bir köşesi yağmur veya kuyu suyu rutubetiyle yıkılmış olup onarmak için bir miktar paraya ihtiyaç vardır. Fakat banka bu konuda sorumluluk kabul etmiyor ve sigorta şirketi bu hasarın, sözleşme dışında olduğunu söylüyor, bu durumda bu hasarın sorumlusu kimdir?Cevap: Sigorta şirketi, sigorta sözleşmesi kuralları dışındaki hasarlardan sorumlu değildir. Evin tamir masrafları ve başka birinin tazminatıyla yükümlü olmadığı zararlar ev sahibine aittir. Banka ise eğer sivil ortaklık sözleşmesi çerçevesinde binaya ortaksa, bu durumda hissesine oranla zararı ödemelidir; hasarın özel bir şahsa isnat edilmesi durumu müstesna.
Soru 1703: Üç kişi birlikte ticaret yapmak için ortaklaşa birkaç ticaret yeri satın alırlar; ancak ortaklardan biri o yerlerden yararlanma, hatta kiraya verme veya satma konusunda diğer ortaklarla uzlaşmaktan kaçınır. Bu konuda soru şudur:
a) Ortaklardan birinin diğer iki ortağın izni olmaksızın kendi hissesini satması veya kiraya vermesi caiz midir?
b) Ortaklardan birinin diğer iki ortaktan izin almaksızın o ticaret yerlerinde işe başlaması caiz midir?
c) Onun bu yerlerden birini kendisine alıp ötekileri diğer iki ortağa vermesi caiz midir?Cevap:
a) Ortaklardan her birinin kendi ortak hissesini diğer ortakların izni olmaksızın satması caizdir.
b) Ortaklardan birinin diğer ortakların izni olmaksızın ortak malı kullanması caiz değildir.
c) Ortaklardan hiçbiri diğer ortakların muvafakati olmadan kendi başına ortak maldan kendi hissesini ayıramaz.
Soru 1704: Bir bölgenin ahalisi ağaçlık bir alanda bir hüseyniye(1) yapmak istiyorlar. Fakat yerde hissesi olan ahaliden bazıları buna rıza göstermiyorlar; bu durumda orada hüseyniye yapmanın hükmü nedir? Arsanın enfalden(2) olma veya şehrin umuma ait yerlerinden olma ihtimali varsa hüküm nedir?Cevap: Eğer arsa ahalinin ortak mülküyse, bu durumda orada tasarruf etmek bütün ortakların iznine bağlıdır; fakat enfalden ise bu durumda kullanma yetkisi İslâm Devleti'nin elindedir; dolayısıyla devletin izni olmaksızın orada tasarruf etmek caiz olmaz. Ve yine eğer şehrin umuma ait yerlerinden olursa hüküm aynıdır.
Soru 1705: Mirasçılardan biri eğer ortak bağdan kendi hissesinin satılmasına razı olmazsa, acaba diğer mirasçıların veya devlet kurumlarından birinin onu buna zorlaması caiz midir?Cevap: Taksim ve hisseleri ayırmak mümkün olursa, ortaklardan hiçbiri veya başka biri ortaklardan birini hissesini satmaya zorlayamaz. Bu durumda ortakların her biri sadece ötekilerden kendine ait olan hissesini ayırmalarını isteyebilir; ancak ağaçlandırılmış bahçeyi taksim ve ifraz konusunda İslâm Devleti tarafından özel birtakım kanunlar konulmuşsa, bu kuralların gözetilmesi farzdır. Fakat müşâ mülk (ortak) taksim ve ifraz edilecek durumda değilse, ortaklardan her biri ortağını, hissesini satmaya veya ortağının hissesini satın almaya zorlaması için şer'î hâkime müracaat edebilir.
Soru 1706: Dört erkek kardeş ortak oldukları mallarıyla bir arada yaşarlarken bunlardan ikisi evlenir ve her biri küçük kardeşlerinden birinin bakımını üstleneceğini ve onu evlendireceğini taahhüt eder. Fakat hiçbiri taahhütlerini yerine getirmedikleri için küçük kardeşler onlardan ayrılmayı ve ortak mallarının bölün-mesini isterler; bu durumda şer'an mallarının nasıl bölünmesi gerekir?Cevap: Ortak maldan kendisine harcayan kardeşler, ortak maldan kendileri kadar harcamayan kardeşlere kendilerinin harcadıklarının karşılığını borçlu olurlar. Bu durumda diğer kardeşler de onlardan bunun karşılığını kendi mallarından vermelerini isteyebilirler ve sonra mevcut ortak malı aralarında eşit olarak bölüşürler veya ilk önce ortak maldan hiç harcamayanlara veya diğerlerinin aldığından daha az alanlara her biri eşit oranda almış olacak şekilde verirler, sonra geri kalan mal aralarında eşit olarak bölünür.
Soru 1707: Çay kurumu şehirlerdeki çay bayilerini çay kurumunda üye ve ortak olmaya zorluyor; acaba çay kurumunun bayileri ortaklığa zorlaması caiz midir? Ve acaba zorlamayla olan bu ortaklık sahih midir?Cevap: Çay kurumu eğer çay bayilerine şehirlerde birtakım imkânlar sağlıyor ve dağıtmaları için onlara çay verip benzeri hizmetler sunuyorsa, onlara çay kurumunda ortak olmayı ve kendilerinden başkalarıyla alış veriş yapmamayı şart koşmasının ve bu ortaklığın sakıncası yoktur.
Soru 1708: Şirketin müdür veya sorumlularının, elde edilen kârları hisse sahiplerinden izin almaksızın hayır işlerde harcamaları caiz midir?Cevap: Ortaklardan her birinin ortak maldan elde edilen kâr payı ve onu harcama yetkisi o payın sahibine aittir. Dolayısıyla başka bir kişi onun vekâletini almaksızın veya ondan izin almaksızın o maldan harcama yaparsa, hayır işlerde harcamış olsa bile bunu tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 1709: Üç kişi ticarî bir yerde ortaktır. Elde edilen kâr aralarında eşit olarak bölünmesi şartıyla birinci ortak sermayenin yarısını, ikinci ve üçüncü ortak ise dörtte birini vermişlerdir. Fakat ikinci ve üçüncü ortak iş yerinde sürekli çalışıyorken birinci ortak orada çok az çalışmaktadır; acaba mezkur şartla bu ortaklık sahih midir?Cevap: Ortaklık sözleşmesinde ortakların her birinin verdiği sermayenin eşit olması şart değildir. Dolayısıyla ortakların her birinin sermaye olarak verdiği para miktarının farklı olmasına rağmen kârın ortaklar arasında eşit olarak bölünmesinin şart koşulmasının sakıncası yoktur. İş yerinde çalışmaya gelince; eğer ortaklık sözleşmesinde bu konuda hiçbir şey kaydedilmemişse, ortaklardan her biri çalıştığı miktarda işinin emsalinin ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 1710: Devlet ve özel sektör tarafından ortaklaşa kurulan bir şirketin idare işleri, şirkette hisse sahibi olanların temsilcileri tarafından gözetilmektedir. Bu şirkete ait nakliye araçlarının müdürler ve diğer çalışanlar tarafından özel işleri için yaygın olarak kullanılması caiz midir?Cevap: Şirkete ait nakliye araçlarının ve diğer malların, şirketin işleriyle ilişkisi olmayan yerlerde kullanımı hisse sahiplerinin veya onların temsilcilerinin iznine bağlıdır.
Soru 1711: Bir şirketin tüzüğüne göre, ihtilâflı konuların halli için bir hakemler kurulu oluşturması öngörülmüştür; ancak bu kurul, şirketin üyeleri tarafından kurulmadıkça sorumluluğunu yerine getiremez. Hâlihazır-da hissedarlardan %51'i kendi haklarından vazgeçtikleri için böyle bir kurulun kurulmasını talep etmiyorlar. Acaba kendi haklarından vazgeçen ortakların, haklarından vazgeçmemiş ortakların haklarının korunması için bu kurulun oluşturulmasına iştirak etmeleri gerekir mi?Cevap: Eğer şirketin iç tüzüğü uyarınca gereken hallerde hakemler kurulunun oluşturulması için üyeler taahhütte bulunmuşlarsa, kendi taahhütlerine uymaları gerekir. Üyelerden bazılarının kendi haklarından vazgeçmeleri, hakemler kurulunun oluşturulmasıyla ilgili olarak mevcut taahhütlerine amel etmemelerini şer'an caiz kılmaz.
Soru 1712: Sermayeye ortak olan iki kişi hava parasına da ortak oldukları bir yerde ortak bir ticaret yapıyorlar, yıl sonunda da kâr ve zararları belirleyip bölüşüyorlar. Son zamanlarda ortaklardan birisi günlük işleri bırakarak ticarethaneden sermayesini almasına rağmen öteki ortak o mekânda ticarî muameleleri sürdürmektedir. Fakat fiilen ayrılan ortak diğer ortağın kendisi için yapmış olduğu özel muamelelerde de ortak olduğunu iddia etmektedir; bu konuda hüküm nedir?Cevap: Sırf mülkte veya ticarethanenin hava parasında ortaklık, ticarette ve ondan elde edilen kârda ortak olmak için yeterli değildir; ticaret ve kârda ortak olabilmek için ticaret sermayesine ortak olmak gerekir. Dolayısıyla ortak malda ortakların hissesi sahih bir şekilde taksim edilip her biri sermayesini aldıktan sonra ortaklardan birisi ticarethanede ticaretini sürdürürse, sermayesini alan kişinin arkadaşının ticaretinde hiçbir hakkı olmaz; sadece hissesi oranında ticarethaneden kira veya emsalinin ücretini isteyebilir. Ancak ortak sermaye taksiminden önce ticareti sürdürmüş olursa, öteki ortağın sermayedeki ortaklığı oranında birinci ortağın ticaretinde hakkı vardır.
Soru 1713: Eline geçecek olan malını İslâm ve hak mektebe aykırı düşünceleri yaymakta harcama ihtimalini göz önünde bulundurarak kız kardeşimin kendi mallarını elde etmesini engellemem ve şirketteki hissesini ayırıp hakkını ona vermekten kaçınmam uygun mudur?Cevap: Ortaklardan hiçbiri, diğer bir ortağın ayrılmasını engelleyemez. Aynı şekilde mal varlığını aldığında harcanması caiz olmayan kötülük ve günahta kullanacağı endişesiyle diğer bir ortağın ortaklıktan ayrılmasına ve ortak mallarına ulaşmasına engel olamaz; aksine bu konuda ortağın isteğini yerine getirmeleri farzdır; ama onun mallarını haram işlerde kullanması kendi-sine haramdır. Nitekim o mallarını harcanması caiz olmayan yerlerde harcarsa, başkalarına düşen onu münkerden, kötü işlerden alıkoymak olmalıdır.
Soru 1714: Köyümüzde on hektar büyüklüğünde bir su havzası var. Maliki ise çiftçilerin geçmiş atalarıdır. Her yıl kış mevsimi orada su birikir ve arazi ve bağların sulanması için kullanılır. Hali hazırda devlet, bu havzanın ortasından geçen bir yol yapımına başladı ve o havzadan geriye beş hektar kaldı. Acaba geri kalan hektar, belediyenin mi sayılır yoksa yine çiftçilerin mi?
Cevap: Eğer su havzası çiftçilerin önceki nesline (atalarına) aitse ve miras yoluyla onlara kalmışsa, bu havzanın geri kalan miktarı onların mülkiyetidir. Belediyenin, devletin özel bir kanun koyması dışında orada bir hakkı yoktur.
1- [İmam Hüseyin'e (a.s) ağıt okunan ve diğer hayır işler için kullanılan ve cami hükmünde olmayan yer.]
2- [Enfal; savaşmadan Müslümanların eline geçen ganimetlere, sahibi olmayan işlenmemiş yer, maden, orman, dağların tepeleri, derelerin içi, mirasçısı olmayan tereke, emek verilmeden ve zahmet çekilmeden elde edilen mala denir.]
- HİBE
HİBE
Soru 1715: Baliğ olmayan yetimin ettiği hediyeyi kullanmak şer'an caiz midir?Cevap: Şer'î velisinin iznine bağlıdır.
Soru 1716: Bir arsaya ortak olan iki kardeşten biri kendi hissesini karşılıklı hibe yöntemiyle büyük kardeşinin oğluna bağışlar ve hissesini ona teslim eder; acaba bu durumda hibe eden kişinin evlâtlarının, babalarının ölümünden sonra bu hissede miras iddia etme hakları var mı?Cevap: Ölen kardeşin hayattayken o arsadaki hissesini kardeşinin oğluna bağışlayarak teslim ettiği ve onun yetkisine bıraktığı ispatlanırsa, ölümünden sonra mirasçılarının o arsada hiçbir hakkı yoktur.
Soru 1717: Babası için babasının arsasında bir ev yapan kimse, daha sonra babası hayattayken aynı bina üzerinde babasının izniyle kendisi için de bir kat çıkar. Bu adamın, babasının ölümünden birkaç yıl sonra öldüğü, ikinci katın hibe olduğuna veya nasıl kullanıldığına delâlet edecek hiçbir belge ve vasiyetin olmadığı dikkate alınacak olursa, acaba evin ikinci katı onun ve ölümünden sonra da mirasçılarının olur mu?Cevap: Eğer o, kullandığı ikinci katın yapım masraflarını kendisi vermişse ve babası hayatta olduğu sürece ikinci kat hiçbir tartışma konusu olmadan onun elinde kalmışsa, o evin şer'an ona ait olduğuna hükmedilir ve ölümünden sonra onun mal varlığından sayılır ve mirasçılarının olur.
Soru 1718: Ben on bir yaşındayken babam sahip olduğu evlerden birini resmen benim adıma geçirmiştir. Bir arsayla başka bir evin yarısını da kardeşimin adına ve bu evin diğer yarısını ise annemin adına geçirmiştir. Babamın ölümünden sonra diğer mirasçılar babamın benim adıma geçirdiği evin şer'an bana ait olmadığını ve babamın bu evi kendisinden zapt edilmemesi için benim adıma geçirdiğini iddia ediyorlar. Oysa babamın kardeşim ve annemin adına geçirdiği emlâkin onlara ait olduğunu itiraf etmekteler. Babamın bu konuda herhangi bir vasiyeti ve şahidi de olmadığı göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?Cevap: Babanın kendisi hayattayken bazı mirasçılara bağışladığı emlâk, bağışlayan kişinin hayatında sahih bir şekilde teslim edilmiş ve tapusu bağışlanan kişinin adına geçirilmişse, o adam şer'an ona sahip olur ve diğer mirasçılar bu konuda ona engel olamazlar; ancak güvenilir bir yolla babanın o mülkü hediye etmediğinin ve senedi sadece formalite icabı onun adına geçirdiğinin ispatlanması durumu müstesna.
Soru 1719: Kocam ev yaparken ev yapımında ben de ona yardım ediyordum. Öyle ki bu işteki ona yaptığım bu yardımlar masrafların azalmasında ve ev yapımının tamamlanmasında etkili oldu. Bu arada kocam defalarca bana eve ortak olduğumu ve ev yapımı bittikten sonra üçte birini benim adıma geçireceğini söylemişti. Fakat kocam bunu gerçekleştirmeden önce öldü ve şimdi de benim iddiamı ispatlayacak herhangi bir belge veya vasiyet yoktur; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf ev yapımında yardım etmek veya sırf sizi eve ortak edeceğini vadetmesi sizin evin mülküne ortak olmanıza gerekçe oluşturmaz. Dolayısıyla muteber bir yolla kocanızın hayattayken evin bir bölümünü size bağışladığı ispatlanmazsa, sizin o evde kendi miras payınızdan başka hakkınız yoktur.
Soru 1720: Eşim aklî dengesi yerinde olduğu dönemde bankanın sorumlusunu çağırarak kendi imzası ve hastane müdürüyle banka sorumlusunun tanıklığıyla banka hesabındaki parasını bana hibe etti ve bankadan para çekme hakkının bana ait olduğunu bildirdi. Böylece banka bana çek senedi teslim etti ve ben bir ay zarfında o hesaptan belli bir meblağ çektim. 1,5 ay sonra oğlu kocamı bankaya götürdü ve aklî dengesi yerinde olmadığı, şuurunu kaybettiği dönemde bankada bu paranın eşine ait olup olmadığını sordular. O da başıyla işaret ederek olumlu cevap verdi. Tekrar ona bu paranın evlâtlarına ait olup olmadığını sordular, o yine aynı şekilde olumlu cevap verdi. Acaba bu mal bana mı aittir, yoksa eşimin evlâtlarına mı?
Cevap: Hibede mülkiyetin oluşması için bağışlanan malı teslim almak şart olduğundan ve sırf senet imzalanması ve parayı çekmek için çek senedi verilmesi yeterli olmadığından bu hibe şer'an sahih değildir. Kocanın aklî dengesinin yerinde olduğu dönemde onun izniyle kendiniz için bankadan çektiğiniz para size aittir ve eşinizin bankada geri kalan parası ise onun mirasından sayılır ve mirasçılarına aittir ve kocanızın aklî dengesini kaybettiği dönemdeki ikrarının da bir geçerliliği yoktur. Bu konuda herhangi bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 1721: Acaba çocukların, anneleri hayattayken onun kullanması için satın aldıkları eşyalar ölümünden sonra onun mirasından sayılacak şekilde ona ait mallardan mı hesap edilir?Cevap: Eğer çocuklar anneleri için satın aldıkları eşyaları ona hediye etmiş ve onun yetkisine bırakmışlarsa, bu durumda ona ait mallardan olup ölümünden sonra annenin mirasından sayılır.
Soru 1722: Kocanın, eşi için satın aldığı altın süs eşyaları acaba eşine mi aittir, yoksa kocanın malından olup ölümünden sonra mirasçıları arasında bölüştürüleceği ve eşinin de kendi payına düşeni alacağı mirasından mı sayılır?Cevap: Bu mücevherat eğer karısının elinde ve yetkisindeyse ve karısı, bir kişinin kendi mülkünde tasarruf ettiği gibi onda tasarruf ediyorduysa, aksi ispat edilmediği takdirde onun mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 1723: Evlilik hayatı boyunca eşlere hediye edilen eşyalar sadece erkeğin mi, karısının mı, yoksa her ikisinin mi mülkü sayılır?Cevap: Durum, hediyelerin erkeklere veya kadınlara has ya da birinin veya her ikisinin kullanabileceği şeylerden olmasına göre değişir; dolayısıyla eğer görünürde eşlerden sadece birine hediye edilmişse, o mal onundur; ama eşlerin ikisine de ortaklaşa hediye edilmişse, ikisinin ortak malıdır.
Soru 1724: Bir kimsenin karısını boşaması durumunda, kadın düğün sırasında kendisine ailesi tarafından verilen yatak, halı ve elbise gibi eşyaları kocasından isteyebilir mi?Cevap: Bu eşyalar eğer kadının kendi ailesinden aldığı veya kendisi için satın aldığı ya da bizzat kendisine bağışlanan eşyalardan ise, kadının malıdır; aynen mevcut olurlarsa onları kocasından isteyebilir. Eğer kadının ailesi ve akrabaları tarafından damatlarına hediye edilmişse, bu durumda kadın kocasından onları isteyemez; aksine bunların yetkisi kadının kocasına hibe edenlerin elindedir. Dolayısıyla eğer bu mallar aynen mevcutsa ve kocası hediye edenlerin akrabası değilse, bu durumda hediye edenin hibeyi feshedip malı geri alması caizdir.
Soru 1725: Karımı boşadıktan sonra kendi malımla satın alıp evlendiğimizde süs eşyası olarak karıma vermiş olduğum altın ve diğer ziynet eşyalarını ondan geri aldım; acaba şimdi bu eşyalarda tasarruf etmem caiz midir?Cevap: Eğer onları eşinize kullanması için ariyet (ödünç) olarak vermiş iseniz veya ona hibe etmişseniz ve bu eşyalar eşinizin yanında hâlâ mevcut olur ve o kadın da akrabalarınızdan olmazsa, hibeyi feshedip hediye ettiğiniz malları geri alabilirsiniz ve ondan bu şekilde aldığınız malları kullanmanız caizdir; aksi durumda caiz olmaz.
Soru 1726: Babam bana bağışladığı arazinin tapusunu da resmen adıma geçirdi; fakat bir yıl sonra pişman oldu; acaba şer'an o arazide tasarruf etmem caiz midir?Cevap: Eğer babanız o yeri teslim alarak kullanmaya başlamanızdan sonra pişman olup hediye etmekten vazgeçtiyse, o arsa şer'an sizin mülkünüzdür ve babanızın hibeden vazgeçmesi sahih değildir. Fakat babanızın pişmanlığı ve vazgeçişi araziyi ondan teslim almanızdan önce olursa, kendi hibesinden vazgeçme hakkı vardır ve sizin de o andan itibaren bu arazide bir hakkınız olmaz. Arazinin sırf resmen sizin adınıza geçirilmesi, hibede geçerli olan teslim almanın gerçekleşmesi için yeterli değildir.
Soru 1727: Kendisine bir arsa hediye ettiğim kimse o arsanın bir bölümünde bir ev yaptı. Bu durumda ona hediye ettiğim arsayı veya arsanın fiyatını istemem caiz midir? Ve yine arsanın boş kalan bölümünü geri vermesini istemem caiz midir?Cevap: Sizin izninizle arsayı teslim alıp üzerinde ev yaparak tasarrufta bulunduktan sonra hediyeyi feshetmeye ve ona hediye ettiğiniz arsayı veya arsanın fiyatını geri istemeye hakkınız yoktur. Eğer hediye edilen arsanın bir bölümünde ev yapmak bölge halkının örfüne göre arsanın tamamında tasarruf etmek sayılırsa, bu durumda onun hiçbir bölümünü geri alamazsınız.
Soru 1728: İnsanın bütün mal varlığını çocuklarının birine hibe edip diğerlerini ondan mahrum bırakması caiz midir?Cevap: Eğer bu amel çocuklar arasında fitne ve ihtilâf çıkmasına yol açarsa caiz değildir.
Soru 1729: Birisi evini, arsası üzerinde hüseyniye inşa edilmesi için ivazlı (karşılıklı) hibe yöntemiyle ve resmî belgeyle beş kişiye hibe eder ve hüseyniye yapıldıktan sonra on yıl boyunca onu hapsetmelerini(1) (uhdelerinde tutmalarını) ve bu süreden sonra isterlerse vakfedebileceklerini şart koşar. Bunun üzerine o beş kişi halkın yardımıyla hüseyniyeyi inşa ederler. Ardından hapsedilen bu mülkün gözetimi, yönetimi ve vakıf akdinin şartlarıyla ilgili işleri, vakfa yönetici ve denetleyici tayin etme yetkisini üzerlerine alırlar ve bu doğrultuda resmî bir belge de düzenlerler. Acaba bu durumda haps edilmiş hüseyniyeyi vakfetmek istediklerinde vakfa yönetici ve denetleyici seçmede onların görüşüne uymak farz mıdır? Ve acaba bu şartlara uymamanın şer'an bir sakıncası var mıdır? Yine eğer bu beş kişiden biri hüseyniyenin vakfedilmesi hususunda muhalefet ederse hüküm nedir?Cevap: Onların, arsayı hibe eden kişinin ivazlı (karşılıklı) hibe akdinde koştuğu şartlara uygun hareket etmeleri farzdır. Dolayısıyla eğer vakfın veya hapsetmenin (uhdede tutmanın) niteliğinde arsa sahibinin şartlarına aykırı davranırlarsa, arsa sahibi veya mirasçıları ivazlı hibeyi feshetme hakkına sahip olurlar. O beş kişinin, uhdede tutulan yeri idare ve denetleme yetkisi, vakfedilen malla onun yönetimi için kararlaştırıp kaydettikleri şartlara gelince; eğer arsa sahibinin hibe akdinde belirttiği üzere olursa, yani, hibe eden kişi bu işlerin tüm yetkisini kendilerine devretmişse, onların bu kararlarına bağlı kalmak farzdır. Onlardan bazıları hüseyni-yeyi vakfetmekten kaçındığı durumda eğer arsa sahibinin görüşü hepsinin bu konuda birlikte karar almaları yönünde olmuş olursa, diğerleri onu vakfedemezler.
Soru 1730: Çocuğu olmayan bir adam şahsî evinin üçte birini karısına bağışlamış ve bir yıl sonra evin tamamını 15 yıllığına kiraya verdikten sonra vefat etmiştir. Evin hibe edildikten sonra kiraya verildiği dikkate alındığında acaba bu hibe sahih midir? Ve eğer ölen kişinin bir miktar borcu varsa, acaba borcunu evin tamamından mı ödemek gerekir, yoksa üçte ikisinden ödeyip geri kalanını miras kanununa göre bölüşmek mi gerekir? Ve acaba borçluların kira süresi bitinceye kadar beklemeleri gerekir mi?Cevap: Eğer ev sahibi karısına hibe ettiği bölümü, evin tamamını kiraya vermeden önce, evin tamamını teslim alma zımnında olsa bile karısına teslim etmişse ve karısı da akrabalarından ise veya o miktarı ivazlı (karşılıklı) hibeyle hediye etmişse, hediye edilen miktarda hibe sahih ve geçerlidir; kira da sadece hibe edilen miktarın dışında sahihtir. Aksi durumda hibe edildikten sonra evin tamamının hibeden vazgeçmek kastıyla kiraya verilmesiyle, hibe batıl olur ve hibeden sonra yapılan kiralama sahihtir. Ölen kişinin borcuna gelince, bu borç o adamın ölünceye kadar sahip olduğu mal varlığından çıkarılıp borçlulara ödenir. Onun hayattayken belli bir süreye kadar kiraya verdiği şeyin menfaati o süre içerisinde kiracıya aittir; kiraya verdiği şeyin kendisi ise onun mirasından sayılır. Dolayısıyla bu mirasından borçları çıkarıldıktan sonra geriye kalanı ise mirasçılarının malıdır; ancak mirasçılar kira süresi bitinceye kadar evden yararlanamazlar.
Soru 1731: Birisi vasiyetnamesinde, bütün gayrimenkul mallarını, karşılığında hayatta olduğu müddetçe her yıl kendisine ve ailesine belli bir miktar pirinç vermesi şartıyla evlâtlarından birine verilmesini kaydeder ve bir yıl sonra bütün bu mallarını o evlâdına hibe eder; acaba bu mallar konusundaki vasiyeti, önceden yapıldığı gerekçesiyle geçerli midir, dolayısıyla vasiyeti malının üçte birinde sahih olup geri kalan malları ölümünden sonra bütün mirasçılarına mı aittir, yoksa daha sonra malını hibe etmesiyle vasiyetinin batıl olduğuna mı hükmedilir? Bu malların, hibe edilen kişinin yetkisinde ve elinde olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?Cevap: Vasiyetten sonra hibe edilen mal, eğer bağışlayan kişinin hayatında ve onun izniyle teslim edilip hibe edilen şahsın yetkisine bırakılarak gerçekleştirmişse, hibeden önceki vasiyet batıl olur; çünkü hibe, önceki vasiyetten vazgeçildiğini gösterir. Dolayısıyla bağışlanan mal, o evlâdın mülkü sayılır ve diğer mirasçıların onda bir hakkı yoktur; aksi durumda, vasiyet eden kişinin vasiyetten vazgeçtiği kesin olarak ispatlanmadığı sürece vasiyet geçerlidir.
Soru 1732: Acaba babasının mirasından kendi payına düşen malları iki kardeşine bağışlayan kişinin birkaç yıl sonra kardeşlerinden o malları geri istemesi caiz midir? Ve eğer kardeşleri o malları iade etmekten kaçınırlarsa hüküm nedir?
Cevap: Hibe, teslim etmek ve teslim almakla gerçekleştikten sonra hibe edenin hibesinden vazgeçmeye hakkı yoktur; fakat teslim etme ve teslim almadan önce hibeden vazgeçerse, doğrudur ve geri almasının sakıncası yoktur.
Soru 1733: Kardeşlerimden birisi mirastan kendi payına düşen bölümü kendi rızasıyla bana hediye etti; fakat bir süre sonra mülk mirasçılar arasında bölüştürülmeden önce hibeden vazgeçti, bu konuda hüküm nedir?Cevap: Eğer mirastan kendi payına düşen malı size teslim etmeden önce hibe etmekten vazgeçerse, sahihtir ve onun size hibe etmiş olduğu malda hakkınız yoktur. Fakat size hibe ettiği şeyi teslim aldıktan sonra hibeden vazgeçerse, bunun hiçbir etkisi yoktur ve onun size hediye etmiş olduğu şeyde bir hakkı olmaz.
Soru 1734: Bir kadın, üzerine hac farz olduğu düşüncesiyle akrabalarının muvafakat etmemelerine rağmen ölümünden sonra kendisi tarafından niyabeten hac yapması şartıyla ekili tarlasını bir kimseye hibe eder. Sonra aynı tarlayı ikinci kez torunlarından birine hibe eder ve ikinci hibesinden bir hafta sonra ölür; acaba birinci hibe mi sahihtir, yoksa ikinci hibe mi? Tarla kendisine bağışlanan birinci kişinin niyabeten hac hususunda ne yapması gerekir?Cevap: Tarla kendisine bağışlanan birinci kişi eğer bağışlayan kadının akrabalarından ise ve kendisine bağışlanan malı onun izniyle teslim almışsa, birinci hibe sahih ve gereklidir ve onun tarlayı bağışlayan kişi adına hac yapması farzdır; ikinci hibe ise fuzulî olup doğruluğu hibe edilen birinci kişinin iznine bağlıdır. Fakat birinci kişi hibe eden kadının akrabalarından değilse veya hibe edilen malı hibe eden kadından teslim almamışsa, bu durumda ikinci hibe doğrudur ve birinci hibeden vazgeçmek sayılır; neticede ikinci hibeyle birinci hibe batıl olur. Bu durumda kendisine hibe edilen birinci kişinin tarlada hiçbir hakkı yoktur ve hibe eden kadına niyabeten haccetmek de ona farz olmaz.
Soru 1735: Henüz meydana gelmemiş ve ileride oluşacak haklar, önceden hibe edilebilir mi? Eğer kadın nikâh akdi esnasında ileride sahip olacağı malî hakları kocasına bağışlarsa, acaba bu hibe sahih olur mu?Cevap: Böyle bir hibenin sıhhati sakıncalı ve hatta yasaktır. Dolayısıyla eğer kadının hibesi, gelecekte oluşacak hakları, sulh sözleşmesine veya gerçekleştikten sonra düşürülmesi şartına dönüştürülürse, sakıncası yok-tur; aksi durumda bunun bir yararı olmaz ve hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 1736: Kâfirlere hediye vermenin veya onlardan hediye almanın hükmü nedir?Cevap: Bunun başlı başına hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1737: Birisi kendi hayatında bütün mallarını torununa hibe etmiştir. Acaba bu hibe, ölümünden sonra kefen ve defin masrafları gibi harcanması gerekli olan bütün mallarını da kapsar mı?Cevap: Hibe eden kişi hayattayken hibe ettiği mallar onun izniyle teslim alınmışsa, teslim alınan bütün mallarda hibe geçerli olur.
Soru 1738: Savaş gazileri ve yaralılarına ödenen mallar hediye sayılır mı?Cevap: Bu mallar hediye sayılır; ancak bunlar, onlardan bir iş yapana yaptığı iş karşılığında verilirse, işinin ücreti sayılır.
Soru 1739: Şehit ailesine bir hediye verilirse bu hediye mirasçılarına mı, kefiline mi, yoksa onların velisine mi aittir?Cevap: Hibe edenin niyetine bağlıdır.
Soru 1740: Bazı şirketler veya yerli ve yabancı bazı özel ve tüzel kişiler mal alım satımında veya sanayi sözleşmeleri yapılırken vekil ve aracı olan kişilere bazı hediyeler verirler; kendisine hediye verilen kişinin hediye veren kişinin yararına bir iş yapması veya onun yararına bir karar vermesi muhtemel olduğundan, acaba onun bu hediyeyi kabul etmesi ve alması şer'an caiz midir?Cevap: Alış verişte veya sözleşme yapılırken aracı veya vekilin karşı tarafla muamele yapmak karşılığında ondan hediye almaması gerekir.
Soru 1741: Şirketler veya kişiler tarafından verilen hediyeler, onlara beytülmaldan verilen hediyeler karşılığında olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer beytülmalden verilen hediyenin karşılığında olursa, onun beytülmale verilmesi gerekir.
Soru 1742: Eğer hediye, onu alan kişi üzerinde etkili olur ve uygun olmayan, hatta emniyet açısından sakıncalı olan ilişkilere sebep olacak şekilde olursa, acaba bu hediyeyi almak ve kullanmak caiz midir?Cevap: Bu tür hediyeleri almak caiz değildir; hatta bunları kabul etmekten kaçınmak farzdır.
Soru 1743: Hediye, eğer onu alan kişiyi hediye veren kişinin çıkarları yönünde propaganda yapmaya teşvik amacıyla olursa, acaba onu almak caiz midir?Cevap: Eğer kastedilen propaganda şer'an ve kanunen caiz ise, sakıncası yoktur ve onun karşılığında hediye kabul etmenin de sakıncası yoktur. Ancak resmî dairelerde bu konu, ilgili kanun ve kurallara bağlıdır.
Soru 1744: Eğer hediye, görevli bir kimseye kanuna aykırı bir davranışa göz yumması, karşı çıkmaması ve onaylaması için verilirse, onu kabul etmenin hükmü nedir?Cevap: Bu tür hediyeleri kabul etmek sakıncalıdır; hatta yasaktır. Genel olarak eğer hediye şer'an veya kanunen yasak olan bir şeye ulaşmak veya sorumlu kimseyi onaylama hakkı olmadığı bir şeyi onaylamaya yöneltmek için olursa, o hediyeyi almak caiz değildir; onu kabul etmekten sakınması ve sorumluların da bunu engellemeleri farzdır.
Soru 1745: Büyük babanın, hayatta iken mallarının tamamını veya bir bölümünü ölen oğlunun karısına ve çocuklarına bağışlaması caiz midir? Kızlarının buna itiraz etme hakları var mıdır?
Cevap: Hayatta iken mallarından istediği kadarını torunlarına veya oğlunun karısına bağışlayabilir ve kızlarının buna itiraz etme hakları yoktur.
Soru 1746: Çocuğu, kız ve erkek kardeşi, anne ve babası olmayan bir kişi, mallarını karısına veya karısının akrabalarına hibe etmek isterse, acaba bu iş şer'an caiz midir? Ve acaba bunun belli bir miktarı ve sınırı var mıdır, yoksa mallarının hepsini hibe edebilir mi?Cevap: Mal sahibi hayatta olduğu sürece mallarının hepsini veya bir bölümünü mirasçılarından olsun veya olmasın istediği herkese bağışlayabilir.
Soru 1747: Şehitler Kurumu şehit oğluma Fatiha ve anma merasimi düzenlemem için bana bir miktar para ve gıda maddesi vermiştir; acaba bu malı almamın ahi-rette bir sorumluluğu var mıdır? Acaba bununla şehidin sevap ve mükâfatı azalır mı?Cevap: Aziz şehit ailelerinin bu gibi yardımları kabul etmelerinin sakıncası yoktur ve bunun şehidin ve şehit ailesinin sevap ve mükâfatında bir etkisi yoktur.
Soru 1748: Bir otelin güvenlik sorumluları ve çalışanları, misafirlerin kendilerine bahşiş olarak verdikleri şeyleri aralarında eşit olarak bölüştürmek için ortak bir sandık tesis etmişlerdir; ancak müdür veya yardımcılarından bazıları diğerlerinden fazla bir pay almak istiyorlar ve bu da üyeler arasında anlaşmazlıklar çıkmasına sebep oluyor; bunun hükmü nedir?Cevap: Bu, bahşişi veren kimsenin niyetine bağlıdır; onun belli bir kişiye verdiği bahşiş o kişinin kendisine aittir, hepsi için verdiği bahşiş ise aralarında eşit olarak bölüştürülmelidir.
Soru 1749: Bayram harçlığı gibi küçük çocuklara verilen hediyeler o çocuğun ebeveynine mi aittir, yoksa çocuğun kendi malı mıdır?Cevap: Eğer babası o hediyeyi çocuğun velisi unvanıyla almışsa, o mal küçük çocuğun malıdır.
Soru 1750: İki kızı olan bir anne tüm mal varlığı olan bir tarlayı torununa (kızlarından birinin oğluna) hibe etmek ister ve böylece ikinci kızı mirastan mahrum kalır; acaba onun bu hibesi sahih midir, yoksa öteki kızı annesinin ölümünden sonra tarladan kendi payına düşeni isteyebilir mi?Cevap: Eğer anne hayattayken mülkünü torununa bağışlamış ve bunu da ona teslim etmişse, mülk hibe edilen kişiye aittir ve kimse buna itiraz edemez. Eğer ölümünden sonra bu tarlayı o torununa vermelerini vasiyet etmişse, vasiyeti mirasının sadece üçte birinde geçerlidir ve üçte birinden fazlasında geçerli olması ise mirasçıların izni gerekir.
Soru 1751: Bir kimse tarlasının bir bölümünü kardeşinin oğluna hibe eder ve yeğenine yanında bulunan iki üvey kızını oğullarıyla evlendirmesini şart koşar. Yeğen ise üvey kızlarından birini hibe edenin oğullarından biriyle evlendirir, ancak ikinci üvey kızını evlendirmekten kaçınır; acaba bu hibe mezkur şarta rağmen sahih ve gerekli midir?Cevap: Bu hibe sahih ve gereklidir; fakat mezkur şart batıldır. Çünkü üvey babanın üvey kızları üzerinde velâyeti yoktur; onların babaları ve babalarının babası olmadığı taktirde kiminle evleneceklerine kendileri yetkilidir. Eğer mezkur şarttan maksat yeğenin, üvey kızlarla konuşarak onları araziyi hediye eden kişinin oğullarıyla evlenmeye razı etmesi ise, bu durumda şart sahihtir ve ona uyulması farzdır. Dolayısıyla eğer hibe edilen kişi (yeğen) şarta uymazsa, hibe eden kişi hibeyi feshedebilir.
Soru 1752: Sahip olduğum apartman dairesini küçük kızımın adına geçirdim. Daha sonra kızımın annesini boşayıp başka bir kadınla evlenince, bu hibeden vazgeçtim ve boşadığım birinci eşimden olan kızım on sekiz yaşına ulaşmadan önce daireyi ikinci karımdan olan oğlumun adına geçirdim, bunun hükmü nedir?Cevap: Eğer gerçekten mülkünüzü kızınıza hibe etmiş iseniz ve kızınızın velisi olarak ondan taraf mülkü teslim almış iseniz, bu durumda hibe gerçekleşmiş ve kesinlik kazanmıştır, feshedilemez; fakat gerçekten hibe etmemişseniz ve sadece tapuyu kızınızın adına geçirmiş iseniz, hibenin gerçekleşmesi ve mülkün onun olması için bu yeterli değildir; bu durumda mülk sizindir ve onun yetkisi sizin elinizdedir.
Soru 1753: Ben ağır bir hastalığa yakalandıktan sonra bütün mal varlığımı evlâtlarım arasında bölüştürdüm ve bu konuda bir belge de düzenledim. Ancak sağlığıma kavuşunca onlardan, mallarımdan bir bölümünü bana iade etmelerini istedim; fakat onlar bundan imtina ettiler; şer'an bunun hükmü nedir?Cevap: Sırf bir belge düzenlemek, mallarınızın mül-kiyetinin evlâtlarınıza geçmesi için yeterli değildir; eğer mal varlığınızı onların tasarrufuna geçecek ve mülkleri olacak şekilde onlara hibe ve ardından teslim etmiş iseniz, bundan vazgeçme hakkınız yoktur. Fakat esasen hibe gerçekleşmemişse veya hibeden sonra teslim etmek ve teslim almak gerçekleşmemişse, bu durumda mallar hâlâ sizin mülkünüzdedir ve onları kullanma yetkisi size aittir.
Soru 1754: Bir kimse vasiyetinde evinde bulunan her şeyi karısına hibe etmiştir. Evde vasiyet edenin el yazısıyla yazılmış bir kitap da bulunmaktadır. Eşi bu kitaba sahip olmaya ilâveten kitabın basım ve yayın hakkı gibi haklarına da sahip olur mu, yoksa öteki mirasçılar da buna ortak mıdır?
Cevap: Yazılan kitabın basım ve yayın hakkı kitabın mülkiyetine tâbidir. Dolayısıyla müellif hayattayken kitabını kime hibe ve teslim etmişse veya ona ait olduğunu vasiyet etmişse, ölümünden sonra bu o kişinin olur ve o kitabın bütün imtiyazları ve haklarına da sahip olur.
Soru 1755: Bazı daire ve kurumlar çeşitli münasebetlerle kendi memurlarına hediyeler vermekteler; fakat bunun amacı bilinmemektedir; acaba memurların bu hediyeleri almaları ve kullanmaları caiz midir?Cevap: Hediye veren kişinin devlet kanunlarına göre böyle bir salâhiyeti ve yetkisi varsa, devlet mallarından hediye vermenin sakıncası yoktur; hediyeyi alan kişi hediye veren kişinin böyle bir yetkisi olduğuna ihtimal verirse, o hediyeleri almasının sakıncası yoktur.
Soru 1756: Hibe eden kişiden bir şeyi sadece teslim almak yeterli midir, yoksa özellikle arazi, ev, araba vb. mallarda ayrıca hediye edilen kişinin adına geçirilmesi de mi gerekir?Cevap: Hibede teslim almanın şart olmasından maksat, sözleşme yapmak ve imzalamak değildir; maksat, tasarrufuna geçmesi ve hibe edilen kişinin emrine bırakılmasıdır. Dolayısıyla hibenin gerçekleşmesinde ve mülkiyetin hasıl olmasında bu yeterlidir; bu konuda hediye edilen mallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1757: Bir kimse, evlilik, doğum vb. münasebetiyle başka bir kimseye bir şey hibe eder ve üzerinden 3 veya 4 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra hediye ettiği şeyleri geri almak isterse, acaba bu durumda hibe edilen kişiye onu iade etmek gerekli midir? Eğer bir kimse Ehlibeyt İmamları (üzerlerine selâm olsun) için matem veya velâdet merasimleri düzenlenmesi amacıyla bir miktar mal verirse, daha sonra o malın kendisine iade edilmesini istemeye hakkı var mıdır?Cevap: Hibe edilen mal hibe edilen kişinin yanında olduğu gibi kalırsa, hibe edilen kişi hibe edenin akrabalarından değilse ve hibe de karşılıklı hibe olmazsa, hibe eden kişinin hibe ettiği malın kendisine iade edilmesini istemesi caizdir; fakat hibe edilen mal telef olmuşsa veya hibe edildiği hâlde kalmayıp değişmişse, bu durumda onu geri isteyemeyeceği gibi karşılığını da isteyemez. Bunun gibi insan Allah'ın rızası için ve kurbet (Allah'a yakınlık) amacıyla verdiği malı geri alamaz.
1- [Malın aslını değil, sadece menfaatini belli bir süre için Allah yolunda kullanılması için vakfetmek.]
- BORÇ
BORÇ
Soru 1758: Bir fabrika sahibi ham madde satın almak için benden borç olarak bir miktar para aldı. Bir süre sonra bu parayı bir miktar fazlasıyla bana geri ödedi. O bu fazlalığı kendi gönül rızasıyla, aramızda herhangi bir anlaşma olmaksızın ve herhangi bir beklentim olmadan bana verdi; acaba bu fazla parayı almam caiz midir?Cevap: Sorudaki varsayıma göre borç akdinde fazla para vermek şart koşulmadığı ve borç alan miktarı kendi rızasıyla borçluya verdiği için onu almanın ve kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1759: Eğer borçlu borcunu vermekten kaçınır, alacaklı onun vermiş olduğu çekin meblağını almak için onu mahkemeye şikâyet eder ve mahkeme de onu borcunu vermeye mahkûm etmenin yanı sıra karar icra vergisi olarak bir meblağı da devlete ödemeye mecbur kılarsa; acaba alacaklı şer'an bundan sorumlu mudur?Cevap: Eğer borçlu borcunu ödemekte kusur işler ve bundan dolayı devlete karar icrası vergisi ödemek zorunda kalırsa, bundan alacaklı sorumlu olmaz.
Soru 1760: Kardeşimin bana borcu vardı. Ev satın aldığımda kardeşim bana bir halı verdi. Bunu bana hediye ettiğini sanıyordum. Fakat daha sonra alacağımı istediğimde, borcu karşılığında bana halıyı verdiğini iddia etti. Acaba kardeşimin vermiş olduğu halıyı bana bildirmediği hâlde borcuna sayması sahih midir? Ve eğer ben halının onun borcunun yerine olmasına razı olmazsam, acaba onu kardeşime iade etmem gerekir mi? Ve borç verdiğim günde paranın alım gücünün günümüzdekinden fazla olduğu dikkate alındığında, kardeşimden borç miktarından fazla bir meblağ da isteyebilir miyim?Cevap: Alınan borcun cinsinden olmayan halı ve diğer şeyler alacaklı kabul etmezse, borç yerine verile-mez. Ve eğer siz halının alacağınız yerine verilmesine razı değilseniz onu kardeşinize iade etmelisiniz; çünkü o halı hâlâ onun mülkiyetindedir ve ihtiyat gereği alım gücü farkında musalâha etmelisiniz (anlaşmalısınız).
Soru 1761: Borcu ödemek için haram mal vermenin hükmü nedir?Cevap: Başkasının malını vermekle borç ödenmez ve bununla borçlunun sorumluluğu kalkmaz.
Soru 1762: Bir kadın satın almak istediği evin değerinin üçte biri kadar bir miktarı birinden borç alır ve alacaklıyla maddî durumu iyileştiğinde onu kendisine ödeyeceğini söyleyerek anlaşır ve ayrıca kadının oğlu borcuna güvence olması için alacaklıya borç miktarında bir çek verir. Tarafların ölümünden dört yıl geçtikten sonra şimdi mirasçıları bu meseleyi halletmek istiyorlar; acaba kadının mirasçıları alacaklının mirasçılarına borç parayla satın alınan evin üçte birini mi vermeleri gerekiyor, yoksa sadece çek tutarını vermeleri yeterli midir?Cevap: Alacaklının mirasçıları evden hiçbir şey isteyemezler; onlar ancak evi satın almak için kendilerine miras bırakan kişiden borç alan kadından, geriye borcunu ödeyebilecek miktarda bir mal bırakmışsa, aldığı borcu isteyebilirler; paranın değerinin değişmesi hususunda ise, ihtiyat gereği birbirleriyle musalâha et-melidirler.
Soru 1763: Bir kişiden bir miktar borç aldık. Bir süre sonra bu adam ortadan kayboldu ve ondan bir haber alamadık; bu durumda bu adamın alacağıyla ilgili olarak ne yapmamız gerekiyor?Cevap: Alacağını ona veya mirasçılarına vermek için beklemeniz ve onu bulmanız gerekir; onu bulmaktan ümidinizi kestiğinizde, bu konuda şer'î hâkime müracaat edebilir ya da onun adına sadaka verebilirsiniz.
Soru 1764: Borç veren borcunu ispatlayıp almak için harcadığı mahkeme masraflarını borçludan isteyebilir mi?Cevap: Borçlu şer'an alacaklının harcadığı mahkeme masraflarından sorumlu değildir.
Soru 1765: Borçlu borcunu ödemez ve borcunu ödemede kusur işlerse, acaba alacaklının onun malından takas etmesi caiz midir; örneğin hakkını gizlice veya başka bir yolla alabilir mi?Cevap: Eğer borçlu borcunu inkâr eder veya bir mazereti olmaksızın borcunu ödemezse, alacaklı hakkını onun malından takas edebilir.
Soru 1766: Ölen kimsenin borcu, mirasçılarına mirasından ödemeleri farz olan kul hakkından mıdır?Cevap: Borç, ister özel ve ister tüzel kişilere olsun kul haklarındandır ve borçlunun mirasçılarına, onun borcunu bıraktığı maldan alacaklıya veya mirasçısına ödemeleri farzdır ve borçlunun mirasçıları onun borcunu ödemedikçe bıraktığı malı kullanamazlar.
Soru 1767: Üzerinde başka birine ait bir bina bulunan arsanın sahibi iki kişiye borçludur; acaba alacaklıların borçlarını almak için arsayla birlikte binaya da haciz koydurmaları caiz midir, yoksa onların bu hakları sadece arsayla mı sınırlıdır?Cevap: Borç sahipleri borçlunun mülkü olmayan bir şeye haciz koydurma talebinde bulunamazlar.
Soru 1768: Borçlunun kendisinin ve ailesinin oturmak için ihtiyaç duydukları ev, borç tahsili için konulan haciz mallarından müstesna mıdır?Cevap: Borçlunun evi, ev eşyası, arabası ve telefonu gibi toplumsal konumuna uygun yaşam ihtiyaçlarından sayılan şeyler, borcunu ödemek için satmaya mecbur edildiği mallarından müstesnadır.
Soru 1769: Borçlarından dolayı iflâs eden bir tüccar sahip olduğu tek şey olan binasını satışa çıkarmıştır; fakat söz konusu binanın parası ancak borcunun yarısını karşılıyor ve geri kalan borcunu ödeyemiyor; bu durumda acaba alacaklılar onu bu binayı satmaya zorlayabilirler mi, yoksa tedricen borçlarını ödeyebilmesi için ona zaman mı tanımaları gerekir?
Cevap: Eğer söz konusu bina onun ve ailesinin oturması için değilse, bu durumda tamamını ödemese bile borcunu ödemede kullanması için o binayı satmaya zorlamanın sakıncası yoktur ve bunun için borç sahiplerinin ona mühlet tanımaları farz değildir; sadece geri kalan borcunu ödemesi için beklemelidirler.
Soru 1770: Resmî kuruluşlardan birinin başka bir devlet kuruluşundan almış olduğu borç parayı ödemesi farz mıdır?Cevap: Bu borç da, ödenmesi farz olan diğer borçlar hükmündedir.
Soru 1771: Bir kimse, borçlu borcunun ödenmesini istemediği hâlde onun borcunu öderse, acaba borçlunun bunun karşılığını o kişiye ödemesi farz mıdır?Cevap: Borçlu bir talepte bulunmadığı hâlde onun borcunu ödeyen kişi, ödediği şeyin karşılığını isteyemez ve borçluya da onun verdiği şeyin karşılığını ödemesi farz değildir.
Soru 1772: Eğer borçlu borcunu zamanında ödemeyip geciktirirse, alacaklının ondan borç miktarından fazla bir meblağ ödemesini istemesi caiz midir?Cevap: Alacaklı şer'an borç miktarından fazla bir şey isteyemez.
Soru 1773: Babam birine formalite icabı yapılan bir muamelede bir miktar para vermişti; fakat gerçekte o para borçtu ve borçlu paranın kârı olarak her ay bir meblağ para ödüyordu. Ve alacaklının (babamın) ölümünden sonra da borçlu kendisi ölünceye kadar bu kârı vermeye devam etti; acaba bu kâr faiz sayılır mı ve alacaklının mirasçılarına bu parayı borçlunun mirasçılarına geri vermeleri farz mıdır?Cevap: O para gerçekte o adama borç olarak verilmişse, bu durumda o paranın kârı olarak verilen bütün mallar faizdir ve şer'an haramdır. Alınan faizlerin kendisini veya karşılığını alacaklının mirasından borçluya veya borçlunun mirasçılarına iade etmek farzdır.
Soru 1774: Kişilerin, mallarını başkalarının yanında emanet olarak bırakıp ondan her ay kâr payı almaları caiz midir?Cevap: İşletmek için malları başkalarına vermek eğer şer'an sahih sözleşmelerden biriyle olursa, bunun ve malları işletmekle elde edilen gelirin sakıncası yoktur; fakat mallar borç olarak verilmiş ise, her ne kadar borç sözleşmesi sahih olsa da kâr şartı koşmak şer'an batıldır ve alınan kârlar haramdır.
Soru 1775: İktisadî bir iş için bir miktar borç alan kimse eğer bu işten kâr sağlarsa, acaba bu kârdan bir miktarını alacaklıya vermesi caiz midir? Ve acaba alacaklının bunu istemesi caiz midir?Cevap: Alacaklının, borçlunun borç parayla yaptığı ticaretten elde ettiği kârda hiçbir hakkı yoktur ve elde edilen bu kârdan hiçbir şey isteyemez. Fakat borçlu asıl paraya ilâveten fazla bir şey vermeye dair aralarında bir anlaşma olmaksızın alacaklıya alacağından fazla bir meblağ vermek isterse, sakıncası yoktur ve hatta müstehaptır.
Soru 1776: Birisi veresiye olarak üç aylığına bir eşya satın alır ve üç ay dolduktan sonra satıcıdan asıl paradan fazla bir meblağ vermesi karşılığında süreyi üç ay daha uzatmasını ister, acaba onların böyle bir şey yapması caiz midir?
Cevap: Bu fazlalık faiz ve haramdır.
Soru 1777: Bir kimse başka bir kişiden faizli borç alır ve üçüncü bir kişi borç sözleşmesi ve şartlarını düzenler. Muhasebeci olan dördüncü kişi ise, sözleşme belgelerini hesap defterine kaydeder; acaba bu muhasebeci faizli borcun günahında onlarla ortak mıdır ve onun bu işi ve bunun karşılığında ücret alması da haram mıdır? Bu arada muhasebecinin hesaplarını inceleyen beşinci bir kişi daha var; beşinci kişi ne bir şey yazar ve ne de bir şeyi bir yere işler, sadece faizli muamelenin hesaplarında fazlalık veya noksanlık olup olmadığını kontrol ederek bunu muhasebeciye bildirir, acaba onun işi de haram mıdır?Cevap: Faizli borç sözleşmesinde veya faizli borcun gerçekleşmesinde ve tamamlanmasında veya borçludan faizi tahsil etmede ilişkisi olan her iş şer'an haramdır ve o işi yapan kişi, yaptığı işe karşılık olarak ücret alma hakkına sahip olmaz.
Soru 1778: Çoğu Müslümanlar sermayeye sahip olmadıklarından sermayeyi kâfirlerden almak zorunda kalıyorlar ve bu da faiz vermeyi gerektiriyor; kâfirlerden veya İslâmî olmayan bir devletin bankasından faizli borcu almanın hükmü nedir?
Cevap: Faizli borç almak gayrimüslimlerden bile olsa mutlak olarak haramdır; fakat buna rağmen borç alınırsa borcun kendisi sahihtir.
Soru 1779: Bir kimse alacaklının, yolculuk masraflarını, bu cümleden olarak hac yolculuğu masraflarını üstlenmek şartıyla ondan bir süre için bir miktar borç para alırsa, acaba bunların yaptığı bu iş caiz midir?Cevap: Borç sözleşmesinde alacaklının yolculuk masraflarını vb. ödemek şartı koşulması, borçtan kâr alınması olduğu için şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi sahihtir.
Soru 1780: Karz-ı hasen kurumları [faizsiz çalışan, verdiği kredi karşılığında hiçbir kâr ve faiz almayan finans kurumları] borç verirken borçlu iki veya daha fazla taksitini zamanında ödemeyip geciktirdiğinde kurumun bütün borcu birden alacağını şart koşuyorlar; acaba bu şartla borç vermek caiz midir?Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 1781: Bir kooperatif şirketinin üyeleri kooperatife sermaye olarak bir miktar para verirler ve şirket de kendi üyelerine karşılığında hiçbir kâr ve ücret almadan sırf yardım amacıyla borç para verir; gaye sadece yardım etmektir. Acaba üyelerin sıla-ı rahim ve yardım amacıyla yaptığı bu işin hükmü nedir?Cevap: Soruda açıklandığı şekilde de olsa, müminlere borç temin etmeye katkıda bulunma ve bu amaçal yardımlaşmanın caiz ve iyi olduğunda şüphe yoktur; fakat şirkete borç olarak verilen para, parayı veren kişiye gelecekte kredi verme şartına bağlı olursa, borcun kendisi sahih olsa bile bu amel şer'an caiz değildir.
Soru 1782: Bazı karz-ı hasen kurumları halkın kendilerine emanet bıraktığı mallarla emlâk ve başka şeyler satın alıyorlar; bu muamelelerin hükmü nedir? Bazı mal sahiplerinin bu işe razı olmadıkları göz önünde bulundurulursa, acaba kurum sorumlusunun meselâ alım ve satım şeklinde bu mallar üzerinde tasarruf hakkı var mıdır ve acaba bu iş şer'an caiz midir?Cevap: Eğer insanların mallarını emanet olarak karz-ı hasen kurumlarına bırakmaları bu kurumların istedikleri kişiye borç vermeleri içinse, bu durumda bu malları gayrimenkul vb. satın almada kullanmak fuzulî olup geçerliliği mal sahiplerinin iznine bağlıdır. Fakat mevduatlar bu kurumlara borç olarak verilmişse, bu durumda o kurumların sorumlularının kendilerine verilen yetki çerçevesinde o malları emlâk vs. satın almada kullanmalarının sakıncası yoktur.
Soru 1783: Bazı kimseler başkalarından aldıkları belli meblağlar karşılığında hiçbir şer'î sözleşme kapsamında olmaksızın sadece tarafların anlaşmasına dayanarak her ay mal sahiplerine kâr olarak bir miktar para veriyorlar; bunun hükmü nedir?Cevap: Bu gibi muameleler faizli borç sayılır ve koşulan kâr şartı batıldır; fazlalık da faiz olup şer'an haramdır ve bunu almak caiz değildir.
Soru 1784: Karz-ı hasen kurumundan borç alan kişi, borcunu öderken şart koşulmamasına rağmen kendi rızasıyla borç miktarından fazla bir meblağ verirse, acaba bu fazla meblağın ondan alınması ve bayındırlık işlerinde harcanması caiz midir?Cevap: Eğer borçlu, borcu verirken müstehap bir amel olarak kendi rızasıyla fazla bir para verirse, ondan bu parayı almanın sakıncası yoktur. Kurum sorumlusunun bu infakı bayındırlık işleri ve diğer şeylerde kullanabilmesi ise, onun böyle bir yetkisinin olup olmadığına bağlıdır.
Soru 1785: Bir karz-ı hasen kurumunun yönetim kurulu, bir kişiden borç aldığı parayla bir bina satın aldı ve bir ay sonra halkın kurumda biriken parasıyla onların rızasını almadan o adamın borcunu ödedi, acaba bu muamele şer'an sahih midir ve binanın mülkiyeti kime aittir?Cevap: Kuruma borç verilen malla kurum için satın alınan bina eğer yönetim kurulunun yetkisi dahilinde satın alınmışsa, bunun sakıncası yoktur; bu durumda satın alınan bina kurumun ve o kurumun mal varlığının sahiplerinin mülküdür; aksi takdirde muamele fuzulî olup geçerliliği para sahiplerinin iznine bağlıdır.
Soru 1786: Borç alındığı zaman bankaya (yaptığı işlemler karşılığında) ücret (harç) vermenin hükmü nedir?Cevap: Borç alındığında bankaya ödenen harç eğer borç verilen malın kârı olarak değil de deftere kaydetmek, senet düzenlemek ve bankanın su, elektrik vs. giderleri için borç verme işleminin ücreti olarak alınırsa, bunu vermenin, almanın ve bu koşulla borç almanın sakıncası yoktur.
Soru 1787: Kendi üyelerine borç para veren bir sandık (fon) var; fakat bu sandık üyelere borç para vermek için üyenin üç veya altı ay boyunca sandıkta belli bir miktar para bulundurmasını şart koşuyor ve belirtilen süre bittikten sonra üyenin sandığa bıraktığı paranın iki katı miktarında ona borç veriyor. Daha sonra üye borcunu ödeyip bitirdikten sonra, onun sandığa bırakmış olduğu parayı kendisine iade ediyor; bunun hükmü nedir?Cevap: Para belli bir süre sandıkta borç olarak kalması şartıyla sandığa verilmiş ve bu doğrultuda belli bir süreden sonra sandığın kendisine borç vermesi şart koşulmuşsa veya sandığın ona belli bir miktar borç vermesi için daha önce sandığa belli bir miktar para yatırmış olması şart koşulmuşsa, bu durumda bu şart faiz hükmünde olup şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi her iki taraf için de sahihtir.
Soru 1788: Karz-ı hasen kurumlarından borç para alındığında birtakım şartlar koşulmaktadır; üye olmak, kurumda belli bir miktar para bulundurmak ve kurumun bulunduğu mahallede oturmak vb. bu şartlardan bazılarıdır; acaba bu şartlar faiz hükmünde midirler?Cevap: Kişiye borç vermek için kuruma üye olması ve kurumun bulunduğu mahallede oturması gibi borç vermede sınırlayıcı şartların koşulmasının sakıncası yok-tur. Fakat kurumda hesap açtırmak şartına gelince; bu mesele borcun sadece bu gibi kişilere ait olduğuyla il-giliyse, bunun sakıncası yoktur; fakat gelecekte kurumdan borç alabilmesi için daha önce sandıkta belli bir miktar para bulundurmasıyla ilgiliyse, bu şart borçta hükmen kâr şartından sayıldığı için batıldır.
Soru 1789: Banka muamelelerinde faizden kurtulmanın bir yolu var mıdır?Cevap: Kurtuluş yolu, bankayla ilişkilerde şer'î sözleşmelerin kullanılması ve sözleşmelerin şartlarına tamamen uyulmasıdır.
Soru 1790: Bankanın kişiye belli bir yerde kullanması için vermiş olduğu borç parayı başka bir yerde kullanmak caiz midir?Cevap: Eğer bankanın kişilere verdiği para gerçekten borç olur ve onu belli bir yerde kullanmasını şart koşarsa, o şarta aykırı hareket etmek caiz değildir. Aynı şekilde bankadan mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) veya kâr ortaklığı vb. sözleşmenin sermayesi olarak alınan parayı banka tarafından belirlenen hedef dışında kullanmak caiz değildir.
Soru 1791: Savaş gazilerinden biri, savaşta yaralanıp sakat kalmış ve bedenindeki sakatlık oranında gazilere tahsis edilen çeşitli sosyal kolaylık ve kredilerden yararlanmak için Gaziler Kurumu tarafından verilen sakatlık tasdik belgesiyle kredi almak için bankaya müracaat etmiştir. Bu arada savaşta vücudunda oluşan sakatlığın belgede yazılandan daha az olduğuna kanaat getirmiştir. Bu konuyla ilgili olarak doktor ve uzmanların teşhisinin hatalı olduğunu zanneder. Bu adamın kendine sağlanan o özel imkânlardan yararlanması için bu tasdik belgesinden yararlanması caiz olur mu?Cevap: Eğer gazilik oranı, bunu belirlemek için tıbbî incelemeler yapan doktor ve uzmanların bağımsız görüş ve teşhislerine dayanıyorsa ve bankada gazilere kolaylık tanımada kanunen ölçü de buysa, bu durumda kendi görüşüne göre özür oranı daha az olsa da doktorların tasdik ettiği özürlük oranının avantajlarından yararlanmasının sakıncası yoktur.
- SULH
SULH (1)
Soru 1792: Bir kimse evi, arabası, halısı ve evinin bütün eşyaları konusunda karısıyla sulh etmiş ve aynı zamanda onu küçük çocuklarının vasîsi ve kayyımı yapmıştır; acaba bu adamın ölümünden sonra anne-babası onun bıraktığı mallardan bir şey isteyebilir mi?Cevap: Eğer meyyitin hayattayken bütün mallarını karısı veya başka biriyle sulh ettiği ve mallarından ölünceye kadar kendisine hiçbir şey bırakmadığı anlaşılırsa, bu durumda anne-babanın veya diğer mirasçıların miras almaları söz konusu olamaz; dolayısıyla bunların kocası hayattayken eşinin mülkiyetine geçirmiş olduğu mallardan hiçbirini isteme hakları yoktur.
Soru 1793: Birisi mallarının bir bölümünü oğluyla sulh etmiş ve aradan birkaç yıl geçtikten sonra oğluyla sulh ettiği aynı malı oğluna satmıştır. Oysa mirasçıları şimdi tıbbî rapora dayanarak babalarının satıştan önce satış anına kadar aklî dengesinin bozuk olduğunu iddia ediyorlar; acaba sulh edilen malı sulh edilen kişinin kendisine satmak sulhtan vazgeçmek sayılıp satışın doğruluğuna hükmedilir mi? Yapılan sulhun sahih olarak aynen kaldığını kabul edersek, acaba sulh, sulh edilen malın üçte birinde mi yoksa tamamında mı sahihtir?Cevap: Önceki sulhun doğruluğuna ve geçerliliğine hükmedilir; sulh eden kişinin feshetme hakkı bulunduğu ispatlanmadığı sürece, o sulhun gerekliliğine de hükmedilir ve sonuçta, sulh yapan kişinin satış anında aklî dengesi yerinde olsa bile, sulh yapılan malı daha sonra satması sahih olmaz. Sabit olan, sahih ve gerekli olduğuna hükmedilen bu sulh, uzlaşma konusu olan tüm mallar hakkında geçerlidir.
Soru 1794: Bir kimse bütün mallarını, hatta bir sağlık kuruluşundaki alacaklarını ve haklarını karısıyla sulh ediyor. Fakat sağlık kuruluşu, onun kuruluştaki hakları konusunda kanunen karısıyla sulh edemeyeceğini bildirerek onun bu talebini kabul etmiyor. Nitekim sulh eden kişi de bunu itiraf ederek başkalarına olan borçlarını ödemekten kaçmak için bu işe giriştiğini söylüyor; bu durumda bu sulhun hükmü nedir?Cevap: Başkasının malı konusunda veya başkasının malı olan hakta sulh etmek fuzulî olup mal veya hak sahibinin iznine bağlıdır. Tamamen kendisine ait olan mül-kü başkalarına olan borcunu ödemekten kaçmak amacıyla yapılan sulha gelince, böyle bir sulhun sıhhat ve geçerliliği sakıncalıdır; özellikle borcunu ödemek için başka bir malî kaynağı bulma ümidi yoksa.
Soru 1795: Bir sulh sözleşmesinde babanın bazı mallarını oğluyla sulh ettiği ve bu malları oğluna teslim ettiği kaydedilmiştir; acaba bu belge şer'an ve kanunen geçerli midir?Cevap: Sırf sulh sözleşmesi, içeriğinin doğruluğuna güven oluşmadığı sürece başlı başına sulh akdinin okunduğuna ve niteliğine şer'î delil oluşturmaz. Ancak, sulhun mal sahibi tarafından yapıldığı kesinleştikten sonra onun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiğinden şüphe edilirse, sulh sözleşmesinin şer'an sahih olduğuna hükmedilir ve mal, lehine sulh yapılan kişiye ait olur.
Soru 1796: Kocamın babası, oğluyla evlendiğimde bir miktar para karşılığında bir arsayı benimle sulh ederek onu bana verdi ve bununla ilgili olarak birkaç şahidin huzurunda bir sözleşme düzenledi; fakat şimdi o muamelenin formalite icabı olduğunu ileri sürüyor; bu konuda hüküm nedir?Cevap: Şer'an mezkur sulhun sıhhatine hükmedilir ve kişinin muamelenin formalite icabı olduğu doğrultusundaki iddiası ispatlanmadıkça, herhangi bir hukukî sonuç doğurmaz.
Soru 1797: Babam hayattayken vefatından sonra kız kardeşlerimin her birine belli bir miktar para vermem üzere, bütün menkul ve gayrimenkul mallarını benimle sulh etti; onlar da buna razı oldular ve vasiyet belgesini imzaladılar. Babamın vefatından sonra kız kardeşlerimin haklarını vererek geri kalan malları aldım; acaba bu mallarda tasarruf etmem caiz midir? Ve eğer kardeşlerim buna razı olmazlarsa hüküm nedir?Cevap: Bu sulhun sakıncası yoktur ve sorudaki varsayımda sulh edilen mal size aittir; diğer mirasçıların buna razı olmamaları hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 1798: Bir kişi bazı evlâtlarının gıyabında ve hazır bulunan evlâtlarının muvafakati olmadan bütün mallarını oğullarından biriyle sulh ederse, bu sulh sahih olur mu?
Cevap: Mal sahibinin hayattayken mallarını mirasçılarından biriyle sulh etmesi, diğer mirasçıların kabul etmesine bağlı değildir ve onların buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Elbette bu iş kardeşler arasında fitne ve ihtilafa sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 1799: Eğer bir kimse uzlaşma yaptığı kişinin kendisinin yararlanması şartıyla bir malı onunla sulh ederse, acaba o adamın bu malı sulh eden kişinin rızası olmadan aynı şekilde yararlanması için üçüncü bir kişiye vermesi veya sulh eden kişinin rızası olmadan ondan yararlanması için birini kendisine ortak etmesi caiz midir? Bunun sahih olduğu kabul edilirse, acaba sulh eden kişinin sulhtan vazgeçmesi caiz midir?Cevap: Kendisiyle sulh edilen kişinin sulh sözleşmesinde uymayı kabul ettiği şartlara aykırı hareket etmesi caiz değildir; aksi durumda sulh eden kişinin sulh sözleşmesini feshetmesi caizdir.
Soru 1800: Sulh eden kişinin sulh sözleşmesinin tamamlanmasından sonra sulhtan vazgeçmesi ve kendisiyle sulh edilen kişiye bildirmeden malı başka biriyle sulh etmesi caiz midir?Cevap: Sulh sahih bir şekilde gerçekleştikten son-ra sulh eden kişinin ona uyması gerekir ve kendisi için fesih hakkı şart koşmamışsa sulhtan vazgeçe-mez. Dolayısıyla eğer aynı malı başka biriyle sulh ederse, bu sulhu fuzulî olup, sulh sözleşmesinin sıhhati kendisiyle uzlaşma yapılan birinci kişinin iznine bağlıdır.
Soru 1801: Bir annenin mirasının kanunî aşamalar tamamlanıp oğulları ve kızları arasında taksim edilmesinden ve mirasçılardan her birinin mirastan kendi hisselerini almaları üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra kızlarından biri annesinin hayattayken bütün mallarını kendisiyle sulh ettiğini iddia ediyor. Bu konuda sadece kendisi ve kocası tarafından imzalanmış ve annesine ait bir parmak izi taşıyan âdî bir sulh belgesi de mevcuttur; şimdi bu kız mirasın hepsini istiyor, bu konuda ne yapmak gerekiyor?Cevap: Annenin hayattayken malını o kızıyla sulh ettiği ispatlanmadıkça, iddia sahibi kız kardeş, iddia ettiği şey hususunda hiçbir hakka sahip olamaz ve sulh sözleşmesinin de gerçek olduğu anlaşılmadıkça geçerliliği yoktur.
Soru 1802: Bir baba bütün mal varlığını kendisi hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisi olması kaydıyla evlâtlarıyla sulh ediyor; bu konuda aşağıdaki durumlarda hüküm nedir?:
a) Böyle bir şarta bağlı olarak yapılan bu sulh sözleşmesi sahih ve geçerli midir?
b) Eğer sulh sahih ve geçerliyse, acaba sulh eden kişi yaptığı bu sulhtan vazgeçebilir mi? Vazgeçmesi caiz olduğu takdirde, daha sonra sulh ettiği malların bir bölümünü satarsa, onun bu girişimi sulhtan vazgeçmesi sayılır mı? Ve eğer bu girişim sulhtan vazgeçmek sayılıyorsa, acaba sulhun tamamından mı yoksa sadece satılan bu maldan mı vazgeçmek sayılır?
c) Sulh sözleşmesinde, "hayatta olduğu sürece tasarruf yetkisi" tabiri geçiyor; acaba bu tabir feshetme hakkına mı, sulh edilen malı başka birine aktarma hakkına mı, yoksa hayatta olduğu müddetçe sulh edilen maldan yararlanarak pratikte tasarruf etme hakkına mı sahip olduğu anlamına gelir?Cevap:
a) Bu sulh sözleşmesinin, şartıyla birlikte sıhhat ve geçerliliğine hükmedilir.
b) Sulh sözleşmesi uyulması gerekli sözleşmelerden olup, sulh eden kişinin feshetme hakkı olmadıkça onu feshetmesi sahih değildir. Dolayısıyla sulh sözleşmesi gerçekleştikten sonra sulh edilen malların bir bölümünü, sulhu feshetme hakkına sahip olmaksızın sulh edilen kişilerden birine satarsa, muamele satın alınan malda, alıcının payı miktarında batıldır ve sulh edilen diğer kişilerin paylarında fuzulî olup sıhhati onların iznine bağlıdır.
c) "Hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisi", cümlesinin zahiri, feshetme hakkını veya malı başkasına vermeyi değil, pratikte tasarruf etme hakkını ifade eder.1- [Muamelede mevcut anlaşmazlığı gidermek veya gelecekte ortaya çıkacağına ihtimal verilen anlaşmazlığı önlemek için yapılan bir sözleşmedir.]
- VEKÂLET
VEKÂLET
Soru 1803: Ben bir şirketin vekiliyim. Şirketin bana maaş olarak verdiği para karşılığında reklam, satış sonrası müşteri hizmetleri ve uluslararası fuarlara katılma işlerini yürütmekteyim. Bu durumda şirketten aldığım paranın hükmü nedir?Cevap: Mubah işlerde vekâletle ilgili işleri yürütmek karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 1804: Bir kimse bir arsayı sahibinin vekilinden taksitle satın almış ve taksitleri ödedikten sonra müvekkil (mülkün sahibi) satışı feshettiğini ve arsayı yeninden kendi mülkiyetine aldığını ileri sürmüştür; acaba müvekkilin satışı feshetmesi sahih midir, yoksa müşteri, malı kendisine teslim etmesini isteyebilir mi?Cevap: Vekilin, arsayı sahibi adına satmasının sıhhatine ve sözleşmenin uyulması gerekli olduğuna hükmedilir; bu durumda mal müşteriye aittir ve müvekkil onu müşteriye teslim etmelidir. Müvekkil muhayyerlik hakkına sahip olduğunu ispatlamadığı sürece sözleşmeyi feshederek arsayı kendi mülkiyetine geçiremez.
Soru 1805: Bir kimse sahibine vekâleten âdî belgelerle birkaç arsayı satar. Arsa sahibi de müşterilerin hiçbirisine tapu verilmemesi konusunu vekille kararlaştırır. Arsaların sahibi öldükten sonra mirasçıları -arsaların mülkiyetinin müşterilere ait olduğunu kabul etmekle birlikte- müşterilere tapu verme sorumluluğunun vekile ait olduğunu iddia ederler. Oysa vekil daha önce arsaların parasını alarak mülkün sahibine teslim etmiştir. Tapuların ve arsaların şimdiki değerinin vekilden istenmesi karşısında acaba tapuları müşterilerin adına geçirmek mirasçıların mı vazifesidir, yoksa vekilin mi? Ve acaba mirasçılar, vekilden arsanın şimdiki fiyatıyla o zamanki fiyatı arasındaki farkı isteyebilirler mi?Cevap: Vekilin tapuları müşterilerin adına geçirme ve kayıt masraflarını üstlenme sorumluluğu yoktur. Arsaların parası konusunda ise eğer vekilin parayı müşterilerden alıp mülk sahibi olan müvekkiline teslim ettiği ispatlanırsa, mirasçılar da, müşteriler de vekilden herhangi bir talepte bulunamazlar. Aynı şekilde mirasçıların, satış fiyatı ile arsaların şimdiki değeri arasındaki farkı talep etme hakları yoktur.
Soru 1806: Müçtehit tarafından izinli vekillerin, müçtehit hayatta iken (imam malı gibi) şer'an müçtehide verilmesi gereken malları başka bir müçtehide vermeleri caiz midir?Cevap: Vekilin vekâleten aldığı şeyleri, kendisini onları almaya vekil eden kişiye vermesi gerekir; ancak onları başkasına vermeye izinli olması müstesna.
Soru 1807: Bana bir telefon hattı satın alması için kardeşimi vekil ettim ve birinci taksiti ödemesi için ona bir miktar para verdim; o da bu parayı ilgili daireye yatırdı. Telefonun geri kalan taksitlerini ise kendim ödedim. Daha sonra telefon adına olan kardeşim vefat etti; acaba bu durumda kardeşimin mirasçıları telefonu isteyebilirler mi?Cevap: Eğer telefonun birinci taksitini ödemesi için kardeşinize vermiş olduğunuz parayla telefonu vekâleten sizin için satın alırsa, telefon sizindir ve kardeşinizin mirasçılarının onda hakları yoktur.
Soru 1808: Vekile vekâletinin ücreti olarak bir miktar para verdim ve ondan buna karşılık alındı makbuzu ver-mesini istedim. O ise, vekâlet ücreti olarak aldığı para karşılığında hiç kimseye makbuz vermediğini söyledi. Bir süre sonra vekil vekillik yapmadan önce vefat etti; acaba ben vekilin mirasçılarından bu parayı isteyebilir miyim?Cevap: Sorudaki varsayımda vekilden alacağınızı onun mirasçılarından isteyebilirsiniz ve onların da vekilin mirasından bu borcu size ödemeleri farzdır.
Soru 1809: Vekilin veya müvekkilin ölümüyle vekâlet akdi batıl olur mu?Cevap: Bunların birinin ölümüyle vekâlet batıl olur.
Soru 1810: Asya ülkelerinden birine yaptığı yolculukta geçirdiği trafik kazasında vefat eden bir kişinin mirasçıları (annesi ve karısı) olayı takip etmek amacıyla kazanın gerçekleştiği ülkeye gitmem için beni vekil tayin ettiler. Bu durumda olayın dosyasını takip etmek amacıyla o ülkeye yaptığım yolculuk masraflarını ölenin bıraktığı mirasın kendisinden mi, yoksa bu devletin ölen kişinin mirasçılarına ödeyeceği tazminattan mı almam gerekir?Cevap: Vekâlet ücretini ve yine bu işle ilişkisi olan diğer masrafları, başka türlü anlaşma yapmamışsanız, olayı takip etmeniz için sizi vekil edenler vermelidir.
Soru 1811: Vekâlet sözleşmesinde, vekilin -günümüzde yaygın olduğu üzere- azlolunamayacağı kaydedilmiştir. Ancak bu şart, bir sözleşme metnine taraflarca konulmuş bir şart olmayıp başlı başına müstakil bir vekâletnamedir. Acaba sırf bu cümlenin yazılmış olmasıyla vekâlet caiz(1) olmaktan çıkıp lâzım mı olur ve azletme hakkı düşer mi?Cevap: Lâzım vekâlet, lâzım bir sözleşmede şart-ı netice(2) olarak şart koşulan vekâlettir ve vekâletin lâzım olması için sırf, "vekâlet iptal edilemez" yazılmış olması etkili değildir ve bununla azil hakkı ortadan kalkmaz.
Soru 1813: Bir vekilin bir konu veya bir davayı takip ederken veya bir işi yaparken vakit ve çaba harcamasına, yolculuk masrafları ödemesine rağmen teşebbüsleri bazen müvekkilin lehine sonuçlanmamaktadır. Bu ko-nuyla ilgili olarak müvekkilin ödeme yapmasının ve ve-kilin onu vekâlet ücreti olarak almasının hükmü nedir?Cevap: Vekâletin sıhhati ve yaptığı iş karşılığında vekilin kararlaştırılan ücrete veya işinin emsalinin ücretine hak kazanması, müvekkilin beklediği ve umduğu sonuca varılmasına bağlı değildir. Ancak vekâlet sözleşmesinde başta başka türlü anlaşmış olmaları müstesna.
Soru 1814: Adliyelerde yaygın olan yöntem, vekâlet sınırlarını belirlemektir. Örneğin, "Şu adreste bulunan falan evin satımına vekil kılınmıştır." diye yazılır ve başka hususlar da böylece belirlenir. Fakat bazı el yazma vekâletlerde, "Falan adam vekâlet işleriyle ilgili bütün işleri takip etmeye yetkilidir." tabiri geçmektedir. Bu nedenle bazı işlerin vekâlet işleri alanına girip girmediği konusunda veya vekâletin bazı tasarrufları kapsamına alıp almadığı konusunda vekille müvekkil arasında anlaşmazlık çıkar. Bu konuda sorum şudur: Acaba vekâlet konusu ile ilgili olarak vekilin yapacağı iş ve girişimler tayin edilmediği takdirde vekâlet konusuyla ilgili her türlü tasarrufta bulunması caiz midir?Cevap: Vekilin, vekil edildiği işlerde vekâlet akdinin -söz veya durumdan anlaşılan karineler yardımıyla- sarih veya zahirî olarak kapsadığı şeylerle yetinmesi gerekir. Elbette bu karine bazen bir şeye vekil olmanın diğer bazı şeyleri gerektirmesine dair yaygın âdet de olabilir. Özetle vekâlet birkaç biçimde olabilir:
a) Vekâlet, iş ve taalluk ettiği şey açısından özeldir.
b) Her iki açıdan geneldir.
c) Sadece birisi açısından geneldir.
d) İş ve tasarruf açısından mutlaktır. "Sen evim konusunda ve-kilsin." demesi gibi.
e) Taalluk ettiği şey açısından mutlaktır. "Sen mülkümün satışında vekilsin." demesi gibi.
f) Her iki açıdan mutlaktır. "Sen malımla ilgili tasarruflarda vekilsin." demesi gibi. Bu durumlardan her birinde vekil sözleşmesinin kapsamına giren özel, genel veya mutlak tasarruflarla yetinmeli ve bu sınırı aşmamalıdır.
Soru 1815: Bir kimse sahip olduğu bir arsasını ve bazı binalarını satıp parasıyla küçük oğluna bir daire satın alması ve evi onun adına geçirmesi için karısına vekâlet verir. Fakat karısı bu vekâleti kötüye kullanarak daireyi kendi adına geçirir; acaba karısının yaptığı bu iş şer'an sahih midir? Daire, müvekkilin malının satımından elde edilen parayla satın alındığına göre, acaba bu adamın ölümünden sonra daire onun sadece küçük oğluna mı, yoksa bütün mirasçılarına mı aittir?Cevap: Kocasının vekili olarak arsayı ve bazı binaları satması sahih ve geçerlidir. Fakat daireyi sırf kendi adına geçirmesi şer'an bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla eğer vekâlete uygun olarak müvekkilinin hayatında, mü-vekkilinin parasıyla daireyi onun küçük oğlu için satın almışsa, bu muamele sahih ve geçerlidir ve daire sadece küçük oğluna aittir. Ancak, daireyi müvekkilinin hayatında kendisi için veya müvekkilinin ölümünden sonra onun küçük oğlu için satın alırsa, bu satın alma fuzulî olup sıhhati izne bağlıdır; eğer mirasçılar izin verirlerse, her birinin mirastan payı oranınca muamele onlara ait olur.
Soru 1816: Bir kimse bazı kişiler tarafından oruç ve namaz kaza etmesi için birilerini ücretle tutması için vekil olarak atanır, yani kazaları yerine getirecek kişilere vermesi için sahiplerinden bir miktar para alır. Fakat o, emanete hıyanet eder ve bu iş için kimseyi ücretle tutmaz. Pişman olarak bu sorumluluktan kurtulmak isteyen bu şahsın, şimdi bu amelleri yerine getirmesi için bazılarını ücretle tutması mı, yoksa bugünkü değerleriyle bu amellerin ücretini mal sahiplerine geri vermesi mi gerekiyor; yoksa sadece aldığı malları mı ödemekle yükümlüdür? Namaz ve orucu kaza etmeyi ücretli olarak vekilin kendisi üstlenirse ve de ameli yerine getirmeden ölürse hüküm nedir?Cevap: Birilerini ücretle tutmak için vekil olan bu şahıs eğer namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmadan vekâlet süresi biterse, bu durumda sadece bu iş için aldığı malı tazmin etmekle yükümlüdür. Aksi durumda (vekâlet süresi bitmemişse), aldığı parayla namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmak veya vekâleti feshedip malı sahibine teslim etmek arasında muhayyerdir. Paranın değerinin farkı konusunda birbirleriyle ihtiyat gereği sulh etmeleri daha uygundur. Fakat namaz ve orucu kaza etmesi için ücretle tutulan kişi eğer ameli kendisi şahsen yerine getirmekle yükümlüyse, bu durumda onun ölümüyle ücretlilik sözleşmesi fesholur ve almış olduğu para bıraktığı mallardan ödenmelidir; aksi durumda (eğer ameli şahsen yerine getirmesi için ücretle tutulmamışsa), o amelin yerine getirilmesi konusunda sorumludur. Bu durumda eğer mirası varsa, mirasçılarına ameli yerine getirmesi için onun mirasından birini ücretle tutmaları farzdır ve eğer mirası yoksa, bu konuda mirasçılarına bir sorumluluk düşmez.
Soru 1817: Bazı şirketlerin, mahkemelerde dosya ve davaları takip etmeleri için tuttukları avukatları vardır. Bu avukatların, şirketin hiçbir haklılık temeli olmayan bir davası konusunda şirketi savunmaları caiz midir? Eğer avukat batıl bildiği bir davada şirketi savunursa ve hatta mahkeme davalının (karşı tarafın) çıkarına hüküm verirse, acaba yine avukatın üzerine bu savunmadan dolayı bir sorumluluk gelir mi? Ve acaba avukatın kendisine göre batıl olan bir şeyi savunması karşısında aldığı ücret haram mıdır?Cevap: Batılı savunmak ve onun hak olduğunu ispatlamaya çalışmak caiz değildir ve mahkeme tarafından davalının lehine hüküm verilmiş olması, işin haram oluşunu değiştirmez. Batıl ve haram bir savunma karşılığında alınan ücret de haram kazançtır.
Soru 1818: Bir kimse birine vekil olur ve işe başlamadan önce ücretini almayı şart koşar. Bu durumda vekil eğer hiçbir işlem yapmazsa, aldığı ücret şer'an helâl olur mu?Cevap: Vekâlet sözleşmesi tamamlandıktan sonra vekil vekâlet için belirlenen ücrete sahip olur; dolayısıyla vekil edildiği işi yerine getirmeden önce de vekâlet ücretini isteyebilir. Fakat vakti bitinceye kadar veya vekâlet süresi sona erinceye kadar vekil edildiği işi yerine getirmezse, vekâlet fesholur; bu durumda aldığı ücreti müvekkiline iade etmesi şarttır.
1- [Caiz sözleşme, taraflardan birinin istediği zaman bozabi-leceği sözleşmeye denir. Lâzım sözleşme, mutlaka uyulması gerekli sözleşmeye denir. Bu sözleşme taraflardan birinin muhayyerlik hakkı olması durumunda veya her iki tarafın anlaşmasıyla bozulabilir.]
2- [Şart-ı netice, belli bir sonucun gerçekleşmesini bir akitle şart koşmaya denir; örneğin bir muamele esnasında taraflara ait olan bir malın taraflardan birinin veya üçüncü kişinin mülkiyetine geçmesini şart etmeleri gibi. Şart-i fiil ise, o sonucu meydana getiren işin yapılmasını şart koşmaya denir.]
- HAVALE
HAVALE (1)
Soru 1819: Bir arsayı belli bir meblağa satın alan kimse, satın aldığı arsanın değeri miktarınca üçüncü bir kişiden alacaklıdır. Dolayısıyla arsanın parasını, kendisine borçlu olan kişiden alması için satıcıyı ona havale eder. Fakat müşteriye borçlu olan ve kendisine havale edilen üçüncü kişi, müşterinin haberi olmaksızın satıcıya arsanın parasını ödeyerek onu kendisi için satın alır. Şimdi bu durumda satıcının parasının üçüncü kişiye havale edilmesine razı olduğu birinci satış mı sahihtir, yoksa ikinci satış mı?Cevap: İkinci satış fuzulîdir ve sıhhati birinci müşterinin iznine bağlıdır; ancak ikinci satış birinci satışın meşru şekilde feshedilmesinden sonra yapılırsa sahih olur.
1- [Havale, borcun bir zimmetten bir başka zimmete intikalini sağlayan sözleşmeye denir.]
- SADAKA
SADAKA
Soru 1820: Bir hayır ve yardım komitesi tarafından, sadaka ve hediyeleri toplayarak müstahak olan fakirlere ulaştırmak için evlere, yollara, şehir ve köylerdeki umumî yerlere sandıklar yerleştirilmiştir. Acaba yardım fonunun, kendi çalışanlarına aylık maaş ve primlere ilâveten bu sandıklarda toplanan paranın belli bir yüzdesini ödül olarak vermesi caiz midir? Ve acaba bu mallardan bir bölümünü fonda çalışmayan, ama bu paraların toplanmasına yardım eden kişilere vermek caiz midir?Cevap: Mezkur yardım fonunda çalışanlara aylıklarına ilâveten, sadaka sandıklarındaki malların bir bölümünü ödül olarak vermek sakıncalıdır; hatta mal sahiplerinin buna razı oldukları kesin olarak bilinmezse, bu iş caiz olmaz. Ancak sadakaları toplayıp müstahaklara ulaştırmak için yardım fonuna yardım edenlere işlerinin emsalinin ücreti olarak bir miktar para vermenin sakıncası yoktur, ama gerçekten onların yardıma ihtiyaç duyulması şartıyla. Özellikle görünüşte mal sahiplerinin buna razı oldukları anlaşılırsa.
Soru 1821: Kapı kapı dolaşan veya caddelerde oturan dilencilere sadaka vermek caiz midir; yoksa yetimlere, miskinlere vermek veya sadaka sandıklarına atarak yardım fonunun yetkisine bırakmak daha mı iyidir?Cevap: Müstehap sadakaları, iffetli ve dindar fakire vermek daha iyi olmasına rağmen insan istediği herkese verebilir. Nitekim sadaka sandıklarına atmakla da olsa yardım komitesinin yetkisine vermenin de sakıncası yok-tur. Fakat farz sadakaları şahsen veya bir vekil aracılığıyla müstahak fakire vermek gerekir. Yardım fonu sorumlularının onları toplayarak müstahak fakirlere verecekleri bilinirse, sadaka sandıklarına atmanın sakıncası yoktur.
Soru 1822: Başkalarına el açan, dilenmekle geçinen ve İslâm toplumunun görünümünü çirkinleştiren dilencilere karşı yükümlülüğümüz nedir? Devlet bu dilencileri umumî yerlerden toplamasına rağmen yine de onlara yardım etmemiz caiz midir?Cevap: Sadakaları, iffetli ve dindar fakirlere ulaştırmaya çalışın.
Soru 1823: Ben cami müstahdemiyim. Ramazan ayında caminin işi çok olduğundan bazı hayırsever kişiler yardım olarak bana bir miktar para vermekteler; acaba bu paraları almam caiz midir?Cevap: İyiliksever kişilerin size verdikleri şeyler, onlar tarafından size yapılan bir ihsandır; dolayısıyla onları almak sizin için helâldir; bunları onlardan kabul etmenin sakıncası yoktur.
- ARİYET VE EMANET
ARİYET VE EMANET
Soru 1824: Bir fabrika bütün araç-gereçleri, ham maddeleri ve bazı kişilerce fabrikaya emanet bırakılan eşyalar ile birlikte yanmıştır. Acaba bu eşyaların tazmin etme sorumluluğu fabrika sahibine mi, yoksa orayı işleten, idare eden kişiye mi aittir?Cevap: Eğer yangını belli bir kişi çıkarmamışsa ve fabrikada emanet bırakılan eşyaları korumada kusur da edilmemişse, bu durumda hiç kimse eşyaları tazmin etmekle yükümlü değildir.
Soru 1825: Bir kimse, öldükten sonra büyük oğluna vermesi için vasiyetnamesini birinin yanına emanet bırakır. Ancak ölümünden sonra bu kişi vasiyetnameyi o-nun büyük oğluna vermekten kaçınır; acaba bu emanete hıyanet sayılır mı?Cevap: Emaneti emanet bırakanın belirttiği kişiye teslim etmekten kaçınmak, bir çeşit hıyanet sayılır.
Soru 1826: Askerlik hizmeti döneminde, şahsen kullanmak için ordudan teslim aldığım bazı malzemeleri askerlik görevim bittikten sonra geri vermedim; şimdi bu konuda ne yapmam gerekir? Acaba bu eşyaların değeri miktarınca parayı merkez bankasının umumî haznesine iade etmem yeterli midir?Cevap: Ordudan almış olduğunuz eşyaları ariyet (ödünç) olarak aldıysanız ve hâlâ onlar olduğu gibi yanınızda mevcutsa, onların aynını hizmet birliğinize iade etmeniz gerekir. Eğer iade etmeyi geciktirme sebebiyle de olsa onları korumada kusur etmenizden dolayı zayi olmuşsa, onların emsalini veya kıymetini orduya iade etmeniz gerekir. Ancak bu eşyalar size emanet olarak verilmemişse, onlarla ilgili olarak herhangi bir sorumluluğunuz yoktur.
Soru 1827: Başka bir şehre götürmesi için emin bir kişiye verilen bir miktar para yolda çalınır; acaba bu kişi bu parayı tazmin etmekle yükümlü müdür?Cevap: Emin kimsenin, o parayı korumada ifrat veya tefrit (kusur) ettiği ispatlanmadığı taktirde tazmin etmesi gerekmez.
Soru 1828: Caminin tamir ve onarımında harcamak ve demir vs. gibi caminin yapımında gerekli olan malzemeleri satın almak için cami derneğinin, yapılan bağışlardan bana vermiş olduğu bir miktar para yolda diğer şahsî eşyalarımla birlikte kayboldu; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?Cevap: Eğer emaneti korumada ifrat veya tefrit etmediyseniz, zararı tazmin etmekle yükümlü değilsiniz.
- VASİYET
VASİYET
Soru 1829: Bazı şehitler miraslarının üçte birinin İslâm cephelerinin desteklenmesi için harcanmasını vasiyet etmişlerdir; şimdi (savaş bittiği için) vasiyetin öngördüğü şart ortadan kalktığı dikkate alındığında bu gibi vasiyetlerin hükmü nedir ?Cevap: Vasiyeti yerine getirmeye imkân bulunmadığı durumda vasiyet edilen mal, mirasçılarının mirası olur. Fakat onu mirasçıların izniyle hayır işlerde harcamak ihtiyata daha uygundur.
Soru 1830: Kardeşim malının üçte birini belli bir şehirdeki savaş muhacirlerine verilmesini vasiyet etmiştir; fakat şimdi bu şehirde hiçbir savaş muhaciri kalmamıştır; bu konuda hüküm nedir?Cevap: Vasiyet eden kişinin onu bu şehirde bilfiil bulunan savaş muhacirlerine (göçmenlerine) tahsis ettiği bilinirse, artık savaş göçmeni bulunmadığı için vasiyet ettiği mal mirasçılarına kalır. Aksi durumda vasiyet edilen mal şimdi kendi şehirlerine veya başka bir yere göçmüş olsalar bile eskiden o şehirde bulunan savaş muhacirlerine verilmelidir.
Soru 1831: Bir kimsenin ölümünden sonra malının yarısının kendisine yas meclisleri düzenlemede harcanmasını vasiyet etmesi caiz midir, yoksa İslâm dini bu konuda belli bir sınır belirlediği için bu miktarı belirlemesi caiz değildir?Cevap: Malının kendi yas meclislerinde harcanmasını vasiyet etmesinin sakıncası yoktur ve bunun şer'an belli bir sınırı da yoktur; fakat ölen kişinin vasiyeti mirasının tamamının sadece üçte birinde geçerlidir; üçte birden fazlasında ise mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 1832: Vasiyet etmek farz mıdır ? Yani insan vasiyet etmezse günah işlemiş olur mu?Cevap: Eğer yanında başkalarının vedia ve emanetleri bulunuyorsa veya üzerinde kul hakkı veya Allah hakkı varsa ve hayattayken onları yerine getirme imkânı bulamamışsa, bu durumda bunlar hakkında vasiyet etmesi farzdır, aksi durumda vasiyet farz değildir.
Soru 1833: Bir kimse mallarının üçte birinden az bir kısmını karısına vasiyet eder ve büyük oğlunu kendisine vasi kılar; fakat diğer mirasçılar bu vasiyete itiraz ederlerse, bu durumda vasinin yükümlülüğü nedir?Cevap: Vasiyet edilen mal mirasın üçte biri kadar veya bundan daha azsa, mirasçıların itiraz etmeleri yersizdir ve hatta vasiyete uygun davranmaları farzdır.
Soru 1834: Mirasçılar kesin olarak vasiyeti inkâr ederlerse hüküm nedir?Cevap: Vasiyetin varlığını iddia eden kişinin onu şer'î bir yolla ispatlaması gerekir. Eğer şer'î bir yolla ispatlanırsa, mirasın üçte biri kadar veya daha az olduğu durumda vasiyete uygun hareket etmek farzdır; bu durumda mirasçıların inkâr ve itirazlarının hiçbir etkisi yoktur.
Soru 1835: Bir kimse, aralarında erkek çocuklarından biri de bulunan birkaç güvenilir kişinin huzurunda üzerindeki humus, zekât ve kefaret gibi şer'î hakların ve oruç, namaz ve hac gibi bedenî farizaların eda edilmesi yönünde harcanması için emlâkinden bazılarının mirastan istisna tutulmasını vasiyet eder; fakat bazı mirasçıları bunu kabul etmeyerek mirasın tümünün mirasçılar arasında bölüştürülmesini isterler; bu durumda hüküm nedir?Cevap: Vasiyet şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla ispatlandıktan sonra, vasiyet edilen mal mirasın üçte birinden fazla olmadığı takdirde mirasçılar onun bölüştürülmesini isteyemezler. Onların, meyyitin vasiyetine uyarak mirasını vasiyet ettiği malî haklarda ve bedenî farzlarda harcamaları farzdır; hatta şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla meyyitin halktan bazılarına borcu olduğu veya Allah Tealâ'ya humus, zekât ve kefaretler gibi malî borçları yahut hac gibi malî ve bedenî borcu olduğu ispatlanırsa, ölen kişi vasiyet etmese bile onun bütün borçlarını mirasından çıkarmaları farzdır ve ancak bundan sonra geri kalan mal varlığı mirasçılar arasında bölüştürülür.
Soru 1836: Bir miktar ziraî arazisi olan bir kişi onun caminin tamirinde harcanmasını vasiyet etmiş, fakat mirasçıları onu satmışlar; acaba bu durumda meyyitin vasiyeti geçerli midir? Ve acaba mirasçıların mezkur mülkü satmaya hakları var mıdır?Cevap: Eğer vasiyette arazinin satılarak caminin ta-mirinde kullanılması istenmişse ve onun değeri de kişinin mirasının üçte birinden fazla olmazsa, vasiyet geçerlidir ve yerin satılmasının sakıncası yoktur. Ancak vasi-yet eden kişinin maksadı, arazinin gelirlerinin caminin tamirinde harcanması ise, bu durumda mirasçıların onu satmaya hakları yoktur.
Soru 1837: Bir kimse arsalarından birinin kendisi için namaz kılınması, oruç tutulması ve hayır işlerde harcanması gibi alanlarda kullanılmasını vasiyet etmişse, bu arsayı satmak caiz midir, yoksa bu arsa vakıf mı sayılır?Cevap: Karine ve belirtilerden arsanın gelirinin ken-disi için harcanması amacıyla aynen kalmasını istediği anlaşılmıyorsa ve sadece arsanın kendisi için harcanmasını vasiyet etmişse, bu durumda bu vasiyet vakıf hükmünde değildir. Dolayısıyla eğer arsa mirasın üçte birinden fazla değilse parasını onun lehine harcamak için arsayı satmanın sakıncası yoktur.
Soru 1838: Kişinin ölümünden sonra kendi hayrına harcanması için mal varlığının üçte biri kadar bir miktarı ayırarak başka birinin yanında emanet bırakması caiz midir?Cevap: Öldüğü zaman ayırdığı malın iki katı kadar miktarı mirasçılara kalması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1839: Bir kimse babasına, zimmetinde olan birkaç ay oruç ve namazın kazasını ücret karşılığında birine eda ettirmesini vasiyet etmiştir. Bu kişi şimdi kayıptır. Bu durumda babasının onun namaz ve oruçlarını ücretle birine kaza ettirmesi farz mıdır?Cevap: Şer'î delillerle veya vasinin bilgisiyle vasiyet eden kişinin öldüğü ispatlanmadıkça, onun namaz ve oruçlarını kaza etmesi için, birini ücretle tutmak sahih değildir.
Soru 1840: Babam arsasının üçte birini cami yapılması için vasiyet etmiştir. Bu arsanın yakınında iki caminin bulunduğu ve mahallenin okul yapımına acil ihtiyacı olduğu dikkate alındığında, acaba cami yerine orada okul yapmamız caiz midir?Cevap: Cami yerine okul yaparak vasiyeti değiştirmek caiz değildir; fakat ölen kişinin maksadı, bizzat o arsanın üzerinde cami inşa edilmesi değilse, bu durumda onu satarak parasını cami ihtiyacı olan başka bir yerde cami yapımı için kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1841: Bir kimsenin, ölümünden sonra cesedinin eğitim ve öğretim amacıyla kadavra olarak kullanılması için tıp fakültesi öğrencilerinin yetkisine bırakılmasını vasiyet etmesi caiz midir? Yoksa bu iş Müslüman ölünün cesedinin müsle(1) edilmesine neden olduğu için haram mıdır?Cevap: Müsle ve benzeri işlerin haram olduğunu vur-gulayan delillerin, başka konularla ilgili olduğu ve meyyitin cesedinin cerrahisindeki önemli maslahatın bulunduğunu içeren sorudaki konuyu kapsamadığı sanılmaktadır. Bu gibi meselelerde, kesin bir ilke olarak dikkate alınması gereken Müslüman meyyitin cesedine saygı gösterilmesi şartıyla görünüşte otopsi yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1842: Öldükten sonra cesedinin bazı organlarının bir hastaneye veya başka bir şahsa verilmesini vasiyet eden kimsenin böyle bir vasiyeti sahih midir ve uygulanması farz mıdır?Cevap: Cesetten ayrılması o kişiye saygısızlık sayılmayacak organlar hususunda böyle bir vasiyetin sahih ve geçerli olması uzak bir ihtimal değildir; böyle bir durumda vasiyeti uygulamanın sakıncası yoktur.
Soru 1843: Vasiyet eden kişi henüz hayattayken mirasçıları onun mirasının üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin verdiklerinde acaba bu, vasiyetin geçerliliği için yeterli midir? Eğer yeterliyse acaba vasiyet eden kişinin ölümünden sonra mirasçıların bundan vazgeçmeleri caiz midir?Cevap: Mirasın üçte birinden fazlasında vasiyetin sahih ve geçerli olması için vasiyet eden kişi hayattayken mirasçıların izin vermeleri yeterlidir ve vasiyet eden kişinin ölümünden sonra mirasçılar bundan vazgeçemezler; eğer vazgeçerlerse etkisi yoktur.
Soru 1844: Hiçbir mirası olmayan veya mirası sadece bir ev ve o evdeki eşyalar olan ve bunlar da satıldığında küçük çocukları sıkıntıya düşecek olan aziz şehitlerden biri, zimmetindeki oruç ve namazların kaza edilmesini vasiyet etmiştir; bu vasiyet konusunda mirasçıların üzerine düşen nedir?Cevap: Eğer o aziz şehidin mirası yoksa, bu durumda vasiyetin yerine getirilmesi farz değildir; fakat büyük oğluna bulûğ çağına erdikten sonra babasının kazaya kalan oruç ve namazlarını kaza etmesi farzdır. Ancak geriye mal bırakmışsa, onun üçte birini şehidin vasiyetinde harcamak farzdır. Sırf mirasçıların ihtiyaç duymaları ve küçük olmaları, vasiyeti ihmal ve terk etmek için şer'î bir mazeret değildir.
Soru 1845: Mal konusunda yapılan vasiyetin sıhhat ve geçerliliğinde, vasiyet anında lehine vasiyet edilen kişinin varlığı şart mıdır?Cevap: Birine bir malı temlik etmekle ilgili vasiyetin sıhhatinde, vasiyet anında annesinin rahminde bebek ve hatta henüz ruhun üflenmediği cenin bile olsa vasiyet edilen kişinin varlığı şarttır; fakat vasiyet edilen kimse annesinin rahmindeyse canlı olarak dünyaya gelmesi şarttır.
Soru 1846: Vasiyet eden kişi yazılı vasiyetinde, vasiyetini yerine getirmesi için vasi atamasına ilâveten başka birini de denetleyici olarak tayin etmiştir. Fakat denetleyicinin yetkilerine değinmemiştir; yani vasinin vasiyete aykırı hareket etmemesi amacıyla sadece onun işlerinden haberdar olması için bir gözetici olsun diye mi, yoksa denetleyiciyi vasiyet edenin işlerinde görüş yürütmesi için mi tayin ettiğini açıklamamıştır; bu durumda bu denetleyicinin yetkileri nelerdir?Cevap: Vasiyet mutlak olduğu durumda vasinin, ken-di işlerinde denetleyiciye danışması farz değildir; ancak ona danışması müstehap ihtiyata daha uygundur.
Soru 1847: Bir kişi büyük oğlunu vasi ve beni de ona denetleyici tayin ettikten sonra vefat etti. Ardından meyyitin vasisi olan oğlu da bir süre sonra öldü ve hâlihazırda ben onun vasiyetini uygulamak konusunda tek sorumluyum. Fakat şimdi, sahip olduğum özel durumdan dolayı vasiyet edilen şeyleri yerine getirmekte zorlanıyorum; acaba bu durumda mirasın üçte birinden elde edilen geliri hayır işlerde ve bakıma muhtaç olan yoksullara harcaması için sağlık kurumuna vererek vasiyet konusunu değiştirebilir miyim?Cevap: Denetleyici, vasinin ölümünden sonra bile meyyitin vasiyetlerini uygulamada müstakil olarak hareket edemez; ancak meyyit, vasinin ölümünden sonra onu vasi kılmışsa başka. Dolayısıyla eğer meyyit vasinin ölümünden sonra onu vasi tayin etmemişse, meyyitin vasisinin yerine başka birini tayin etmesi için şer'î hâkime müracaat etmelidir. Kısacası, meyyitin vasiyetinin sınırını aşmak ve onu değiştirmek caiz değildir.
Soru 1848: Bir kimse malının bir bölümünün Necef-i Eşref şehrinde Kur'ân tilâveti için harcanmasını vasiyet eder veya bir malını bu iş için vakfederse, vasi veya vakıf sorumlusunun Kur'ân okuması için ücretli tutulması amacıyla malı oraya göndermesi mümkün olmazsa, bu konuda ne yapmak gerekir?Cevap: Eğer Necef-i Eşref'te Kur'ân okunması için hatta gelecekte parayı oraya gönderme imkânı varsa, vasiyete uyulması farzdır.
Soru 1849: Annem ölmeden önce, altın takısının perşembe akşamları hayır işlerde harcanmasını bana vasiyet etti ve ben de şimdiye kadar öyle yaptım. Fakat şimdi büyük ihtimalle, sakinleri Müslüman olmayan yabancı bir ülkeye gideceğim; bu durumda ne yapmam gerekir?Cevap: Annenizin, Müslüman ve gayrimüslim bütün insanlara harcanmasını kastettiği anlaşılmadığı takdirde Müslümanlara harcanması için İslâm beldesinde emin bir kişinin yanında bırakmakla da olsa, o malı sadece Müslümanların hayır işlerinde harcamak gerekir.
Soru 1850: Bir kimse arsalarından bir bölümünün satılarak parasının [Ehlibeyt'in] matem merasimlerinde ve hayır işlerde harcanmasını vasiyet eder; fakat bu arsa mirasçılardan başkasına satılırsa ileride onları sıkıntıya düşürecektir. Çünkü bu arsayla diğer arsaları birbirinden ayırmak birçok sorunlara yol açmaktadır. Bu durumda mirasçıların, vasi ve denetleyicinin denetiminde her yıl vasiyet konusunda harcanması için belli bir meblağ vermek suretiyle bu arsayı taksitle kendilerine almaları caiz midir?Cevap: Mirasçıların bu arsayı kendilerine satın almalarının bir sakıncası yoktur. Fakat arsayı taksitle ken-dilerine satın almak isterler ve vasiyet eden kişinin, arsanın nakit olarak satılıp parasının birinci yılda vasiyet konusunda harcanmasını istediği kesin olarak bilinmez-se, vasi ve denetleyicinin uygun görmesi ve taksitlerin vasiyetin ihmal edilmemesi ve uygulanmasına engel ol-maması şartıyla arsanın adilane bir fiyatla taksitle mirasçılara satılmasının bir sakıncası yoktur.
Soru 1851: Bir kimse ölümle sonuçlanan hastalığı sırasında, iki kişiye vasi ve vasinin naibi unvanıyla vasiyet eder. Daha sonra görüşünü değiştirerek vasiyeti iptal edip bunu vasiye ve vasinin naibine bildirir. Sonra başka bir vasiyetname yazarak orada hazır olmayan akrabalarından birini vasi tayin eder; acaba bu durumda vazgeçilip değiştirilen birinci vasiyet hâlâ geçerli midir? Eğer ikinci vasiyet sahih ve orada bulunmayan kişi vasi ise, vasilikten alınan birinci vasi ve naibi, vasiyet eden kişinin geçersiz kıldığı vasiyete dayanarak vasiyeti uygulamaya kalkışırlarsa, onların yaptıkları tasarruflar hak-sız tasarruflar olup, meyyitin malından harcadıkları şeyleri ikinci vasiye iade etmeleri farz mıdır?Cevap: Bu kimse hayattayken birinci vasiyetten vaz-geçip birinci vasiyi azletmişse, azledilen vasi azledildiğini bildiği hâlde bu vasiyeti yerine getiremez. Bu durumda vasiyet eden kişinin mallarında yaptığı tasarruflar fuzulî olup sıhhati vasinin iznine bağlıdır. Eğer vasi izin vermezse, azledilen vasi harcanan malları karşılamakla yükümlüdür.
Soru 1852: Bir kimse emlâkından birinin çocuklarından birine verilmesini vasiyet eder; ama iki yıl geçtikten sonra vasiyetini tamamen değiştirir; acaba bu adamın önceki vasiyetten vazgeçip başka bir vasiyet yapması şer'an sahih midir? Bu adam hastalanır, bakım ve hizmete ihtiyaç duyarsa, acaba onun bakımı ve ona hizmet etmek sadece vasi olarak belirttiği büyük oğluna mı farzdır, yoksa bundan bütün çocukları eşit olarak mı sorumludur?Cevap: Vasiyet eden kişi hayattayken aklî dengesi yerinde olduğu sürece vasiyetini değiştirmesinin şer'an sakıncası yoktur; şer'an muteber ve sahih olan vasiyet de son vasiyettir. Hastanın bakımına gelince, eğer malından kendisine bir hasta bakıcısı istihdam edecek güçte değilse, onun bakımı sadece vasinin değil, bakmaya gücü yeten bütün çocuklarının eşit görevidir.
Soru 1853: Bir baba mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını vasiyet ederek beni de kendisine vasi tayin etti. Miras bölüştürüldükten sonra üçte biri ayrıldı. Acaba o kişinin vasiyetlerini yerine getirmek için malının üçte birinden bir bölümünü satabilir miyim?Cevap: Eğer mallarının üçte birinin vasiyetlerinde harcanmasını vasiyet etmişse, mirastan ayırdıktan sonra satıp vasiyetnamede kaydedilen yerlerde harcamanın sa-kıncası yoktur. Fakat mirasının üçte birinin gelirinin vasiyet ettiği yerlerde harcanmasını vasiyet etmişse, vasiyet edilen konularda harcamak için bile olsa mallarının üçte birini satmak caiz değildir.
Soru 1854: Bir kimse kendisi için bir vasi ve bir de denetleyici tayin eder, fakat bunların vazife ve yetkilerini belirtmez ve mallarının üçte birine ve kullanılacağı yerlere de değinmezse, bu durumda vasinin sorumluluğu nedir? Acaba vasinin, vasiyet eden kişinin mirasından üçte birini ayırıp hayır işlerde harcaması caiz midir? Aynı şekilde acaba sırf vasiyet ve vasi tayin etmek, vasiyet edenin kendi malının üçte birine hak kazanması için yeterli midir ve böylece vasinin onun geriye bıraktığı mal varlığından üçte birini çıkararak onun için harcaması gerektiği söylenebilir mi?Cevap: Karine ve şahitlerden veya o bölgenin kendine has örfünden vasiyet eden kişinin vasiyetten ve vasi tayin etmekten maksadının ne olduğu anlaşılırsa, bu durumda vasinin, vasiyet eden kişinin maksadını ve vasiyetini teşhis etmek için bu yolla anlaşılan şeye uy-ması farzdır; aksi durumda müphem olması ve taalluk ettiği şeyin kaydedilmemesinden dolayı vasiyet batıl ve boştur.
Soru 1855: Bir kimse şöyle vasiyet etmiştir: "Dikili olan ve dikili olmayan kumaşların hepsi ve ötekiler eşime aittir." Acaba "ötekiler"den maksat bütün taşınır malları mıdır, yoksa maksat sadece kumaş ve elbiseden daha az olan ayakkabı gibi şeyler midir?Cevap: Vasiyet belgesindeki "ötekiler" kelimesinden maksadın ne olduğu bilinmedikçe ve vasiyet belgesi dışında da vasiyet eden kişinin bu kelimeden maksadının ne olduğu anlaşılmadıkça, vasiyetnamenin bu cümlesi müphem ve anlaşılmaz olduğu için uygulanamaz. Soruda değinilen ihtimallerin birine uyarlanması ise, mirasçıların rıza ve anlaşmasına bağlıdır.
Soru 1856: Bir kadın, mirasının üçte biriyle kendisi için sekiz yıl kaza namazı kılınmasını ve geri kalanının ise redd-i mezalim (yapmış olduğu haksızlıkların bedeli), humus ve hayır işlerde kullanılmasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyetin kutsal savunma (savaş) dönemine rastladığını ve cephelere yardım etmenin daha zarurî olduğu ve vasinin, onun bir tek kaza namazının bile olmadığını kesin olarak bilmesine rağmen onun için ücretle iki yıl kaza namazı kıldırdığı ve malının vasiyet ettiği üçte birinden bir miktarını cepheye bağışlayıp, geri kalanı ise redd-i mezalim için harcadığı dikkate alınırsa, acaba bundan dolayı vasinin bir sorumluluğu var mıdır?Cevap: Meyyitin vasiyet ettiği şekilde vasiyete uymak farzdır ve bazı konularda olsa bile vasinin vasiyeti ihmal etmesi caiz değildir. Dolayısıyla vasi malın bir bölümünü bile vasiyetin konusu dışında harcarsa, kendi malından meyyit adına tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 1857: Bir kimse, ölümünden sonra vasiyetnamesinde yazdıklarına uygun hareket etmeleri için iki kişiyi vasi tayin eder ve vasiyetnamenin üçüncü maddesinde bütün menkul, gayrimenkul, nakit para ve halktan alacakları dahil geriye bıraktığı bütün mal varlığının bir araya toplanmasını, borçları ödendikten sonra bıraktığı malın tümünden üçte birinin çıkarılarak vasiyetnamedeki 4, 5 ve 6. maddelere göre harcanmasını ve on yedi yıl sonra üçte birden fazla kalanının mirasçılarından fakir olanlara harcanmasını belirtir. Ancak vasiler, vasiyet eden kişinin ölümünden bu sürenin bitimine kadar üçte biri ayırma işlemini tamamlayamamışlardır; vasiyet mad-delerini uygulamaya da imkânları yoktur. Bu durumda mirasçılar da belirtilen süre bittikten sonra vasiyetin batıl olduğunu ve vasilerin vasiyet eden kişinin mallarına karışamayacaklarını iddia etmekteler; bu konuda hüküm nedir? Vasilerin sorumlulukları nedir?Cevap: Vasiyet ve vasinin vasiliği, vasiyetin uygulanmasının gecikmesiyle batıl olmaz; süresi uzasa bile vasilerin vasiyeti yerine getirmeleri farzdır. Eğer vasilerin vasilikleri geçen belli bir zamanla sınırlı değilse, mirasçılar vasiyetin uygulanmasında onlara engel olamazlar.
Soru 1858: Meyyitin bıraktığı malın, mirasçıları arasında bölüştürülüp her birinin adına tapu ve mülkiyet belgesi çıkarıldıktan altı yıl sonra mirasçılardan biri, mey-yitin hayattayken, sözlü olarak kendisine evin bir bölümünün oğullarından birine verilmesini vasiyet ettiğini iddia eder ve bazı kadınlar da buna tanıklık ederler, acaba bu kadar zamandan sonra onun bu iddiası kabul edilir mi?Cevap: Mirasın bölüştürülmesi konusunda zaman aşımı ve kanunî işlemlerin tamamlanması, şer'î bir delille ispatlanan vasiyetin kabul edilmesine engel teşkil etmez. Dolayısıyla eğer vasiyet iddiasında bulunan kişinin davası şer'î bir yolla ispatlanırsa, herkesin ona uyması farzdır; aksi durumda, onun vasiyet konusundaki iddiasını ikrar eden herkesin o vasiyetin içeriğine bağlı olması ve mirastan payına düşen miktarda ona uygun davranması gerekir.
Soru 1859: Birisi iki kişiye arazilerinden bir parçasını satıp parasıyla kendisine niyabeten hacca gitmeleri için vasiyet eder; onlardan birini kendisine vasi ve diğerini de vasiye denetleyici tayin eder. Daha sonra üçüncü bir kişi çıkarak vasi ve denetleyiciden izin almadan meyyite niyabeten hac yaptığını iddia eder. Şimdi vasi de ölmüştür ve sadece denetleyici yaşıyor; acaba bu durumda denetleyicinin arsanın parasıyla meyyite niyabeten ikinci kez hac farizasını yerine getirmesi farz mıdır? Yoksa satılan arazinin parasını ücret olarak meyyite niyabeten hac yaptığını iddia eden kişiye mi vermelidir? Yoksa bu konuda herhangi bir sorumluluğu yok mudur?Cevap: Eğer meyyitin üzerine hac farz olmuşsa ve vasiyetinde naibin kendisi adına hac yapmasıyla bunun üzerinden düşmesini istemişse, bu durumda üçüncü kişinin meyyite niyabeten yapmış olduğu hac yeterlidir; fakat naip (üçüncü kişi) bunun için hiç kimseden ücret isteyemez; aksi durumda (eğer üçüncü kişi ona niyabe-ten hac yapmamışsa) denetleyici ve vasi meyyitin arazisinin parasından onun için hac yaparak vasiyeti yerine getirmelidirler ve eğer vasi vasiyeti yerine getirmeden ölmüşse, bu durumda vasiyetin yerine getirilmesi için denetleyicinin şer'î hâkime müracaat etmesi farzdır.
Soru 1860: Mirasçılar, meyyitin namaz ve oruçlarının kazasının yaptırılması amacıyla belli bir meblağ vermesi için vasiyi [kendi belirledikleri miktarı vermeye] zorlayabilirler mi? Bu konuda vasinin yapması gereken nedir?Cevap: Meyyitin vasiyetlerini yerine getirmek vasinin sorumluluklarındandır; dolayısıyla meyyitin vasiyetlerini uygun gördüğü şekilde yerine getirmesi gerekir ve mirasçıların buna müdahale etmeye hakkı yoktur.
Soru 1861: Vasiyet sahibi bir petrol deposunun bombalandığı sırada şehit düşünce yanında bulunan vasiyetname de yanmış veya kaybolmuştur ve kimse içeriğini bilmemektedir. Vasi ise sadece kendisinin mi yoksa başka birinin de vasi olup olmadığını bilmiyor; bu durumda yapması gereken nedir?Cevap: Vasiyetin varlığı ispatlandıktan sonra vasi kendisinin azledildiğini kesin olarak bilmediği takdirde vasiyetin değiştirildiğini kesin olarak bilmediği konularda vasiyeti yerine getirmesi gerekir.
Soru 1862: Vasiyet edenin, mirasçılarından başkasını kendisine vasi seçmesi caiz midir ve acaba birinin buna itiraz etme hakkı var mıdır?Cevap: Vasiyet edenin, uygun gördüğü kişiler arasından birini vasi seçmesi ve tayin etmesi kendi görüşüne bağlıdır ve mirasçılarından olmayan birisini kendine vasi tayin etmesinin bir sakıncası yoktur; mirasçıları da buna itiraz edemezler.
Soru 1863: Meyyitin mirasçılarından bazılarının diğer mirasçılara danışmadan veya vasinin muvafakatini almadan meyyitin malından meyyit lehine ziyafet olarak infak etmeleri caiz midir?Cevap: Eğer bununla vasiyeti yerine getirmek istiyorlarsa, bu, meyyitin vasisinin görevidir ve mirasçılar vasinin muvafakati olmadan kendi başlarına bunu yapamazlar. Ancak meyyitin bıraktığı malın, mirasçıların payına düşen bölümünden infak etmek isterlerse, bu da diğer mirasçıların iznine bağlıdır; eğer onlar bu işe razı olmazlarsa bu iş, diğer mirasçıların paylarıyla ilgili bölümde gasp hükmündedir.
Soru 1864: Bir kimse vasiyetnamesinde "birinci, ikinci ve üçüncü vasi" diye niteleyerek üç kişinin adını vasileri olarak kaydetmiştir. Bu durumda acaba bu üç kişi birlikte mi onun vasisidirler, yoksa sadece birinci kişi mi onun vasisidir?Cevap: Bu konu, vasiyet eden kişinin niyet ve görüşüne bağlıdır. Eğer karine ve belirtilerden bu üçünün birlikte mi, yoksa sırayla mı (birincisi olmadığı takdirde ikincisinin ve yine ikincisi olmadığı takdirde üçüncüsünün) vasi oldukları anlaşılmazsa, bu durumda vasiyeti yerine getirmede birlikte hareket etme üzerine anlaşmaları gerekir.
Soru 1865: Vasiyet eden eğer üç kişiyi birlikte kendine vasi tayin eder, ancak bunlar vasiyeti yerine getirme yönteminde anlaşamazlarsa, aralarındaki ihtilâf nasıl giderilmelidir?Cevap: Birden fazla vasi olduğu durumlarda, vasiyeti yerine getirmenin niteliği konusunda ihtilâfa düşerlerse, şer'î hâkime müracaat etmeleri gerekir.
Soru 1866: Babamın büyük oğlu olmam itibariyle babamın kazaya kalan namaz ve oruçlarını kaza etmenin bana farz olduğu dikkate alındığında, babamın kazaya kalan namaz ve oruçları birkaç yıl olmasına rağmen, kendisi için sadece bir yıllık namaz ve orucun kaza edilmesini vasiyet etmiştir; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?Cevap: Meyyit, kaza edilmesini vasiyet ettiği namaz ve oruçların ücretinin, bıraktığı malın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmişse, bu durumda onu bıraktığı malın üçte birinden alarak namaz ve oruçlarını ücret karşılığı başkasına kaza yaptırabilirsiniz. Üzerindeki namaz ve oruçlar vasiyet ettiği miktardan fazla olduğu takdirde ise, kendi malınızdan ücret karşılığı birine yaptırmakla da olsa onların kazasını yerine getirmek size farzdır.
Soru 1867: Bir kimse büyük oğluna belli bir arazisini satarak parasıyla kendisine niyabeten hac yapmasını vasiyet etmiş ve büyük oğlu da bunu kabul etmiştir. Fakat Hac ve Ziyaret Kurumu'ndan vaktinde hac ziyareti ruhsatı alamadığından, son zamanlarda hac masraflarının yükselmesinden ve arazinin parasının yeterli olmadığından dolayı şahsen vasiyeti yerine getirmesi mümkün olmuyor. Bu nedenle babasına niyabeten hac yapması için birini naip tutmak zorunda kalmıştır. Fakat arazinin parası hac niyabeti ücretine de yetmemektedir. Acaba bu durumda diğer mirasçılara, babanın vasiyetini yerine getirmek için onunla yardımlaşmaları farz mıdır, yoksa babasına niyabeten hac yapmakla yükümlü olan büyük oğlun mu vazifesidir?Cevap: Sorudaki durumda diğer mirasçılara, hac masraflarını ödemek farz değildir. Fakat vasiyet eden kişinin üzerine hac farz olmuşsa ve kendisine niyabeten hac yapılması için belirttiği arazi de mikattan yapılsa bile niyabeten hac masrafları için yeterli değilse, bu durumda mikattan yapılan hac masraflarını meyyitin bırakmış olduğu asıl maldan tamamlamak farzdır.
Soru 1868: Eğer meyyitin belli bir miktarda şer'î hakları (humus, zekât vb.) ödediğine dair bir makbuz mevcut olursa veya birkaç kişi onun şer'î hakları verdiğine tanıklık ederlerse, bu durumda mirasçıların, meyyitin bıraktığı mallardan şer'î hakları ödemeleri farz mıdır?Cevap: Meyyitin üzerindeki şer'î haklardan (humus, zekât vs.) bir meblağı verdiğine dair bir makbuzun mevcut olması veya şahitlerin tanıklık etmesi, onun üzerinden bu borçların kalktığına ve yine mallarına şer'î hakların taalluk etmediğine dair şer'î bir delil teşkil et-mez. Dolayısıyla eğer hayattayken veya vasiyetnamesinde şer'î haklar olarak bir miktar borcu olduğunu veya bıraktığı mallarda şer'î haklar bulunduğunu itiraf ederse veya mirasçıların kendileri buna kesin kanaat getirirlerse, bu durumda meyyitin ikrar ettiği veya mirasçıların kesin kanaat getirdiği şeyi onun bıraktığı asıl maldan vermeleri farzdır; aksi durumda (ikrar ve yakin yoksa) bu konuda onlara hiçbir şey farz değildir.
Soru 1869: Bir kimse mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını vasiyet etmiş ve vasiyetnamesinin haşiyesinde bahçedeki evinin, mal varlığının üçte birinde yaptığı vasiyetin masraflarını karşılamak için ayrılmasını kaydetmiştir. Vasisinden de, kendi ölümünden yirmi sene sonra onu satarak parasını kendisi için harcamasını istemiştir. Bu durumda acaba üçte biri, meyyitin eviyle diğer mallarından ibaret olan bütün mal varlığından mı hesaplamak gerekir; yani eğer ev mirasın üçte birinden az olursa, meyyitin diğer mallarından hesaplanmalıdır; yoksa üçte bir sadece ev olup vasi mirasçılara ait diğer mallardan bir şey alamaz mı?Cevap: Bu kimse vasiyetle ve vasiyetnamesinin haşiyesinde yazdığı ile kendisi için üçte bir olarak sadece evi belirtmek istemişse ve bıraktığı mallardan borçları ödendikten sonra ev, mallarının tamamının üçte birinden fazla olmazsa, bu durumda meyyite ait olan üçte bir sadece bu evdir. Yine eğer mal varlığının üçte birini kendisi için vasiyet ettikten sonra, evin bıraktığı malın üçte birinde yaptığı vasiyetinin masrafları için harcanmasını belirtmek istemişse ve mirastan borçları ödendikten sonra, ev bıraktığı malın tamamının üçte biri kadar olursa, durum aynıdır; aksi durumda bıraktığı malın üçte biri olacak kadar diğer mallardan eve eklemek gerekir.
Soru 1870: Mirasın bölüşülmesinden yirmi yıl ve meyyitin kızının kendi payına düşeni satmasından dört yıl sonra anne kocasının bütün mallarının kendisine ait olduğunu gösteren bir vasiyetnamenin mevcut olduğunu ortaya koyar ve kocasının ölümünden beri bu vasiyetnamenin kendi yanında bulunduğunu, fakat bunu hiç kimseye söylemediğini itiraf eder. Acaba bu durumda mirasın bölüştürülmesi ve meyyitin kızının mirastan ken-di payına düşeni satmasının batıl olduğuna hükmedilir mi? Eğer batıl olduğuna hükmedilirse, acaba kızla annesi arasındaki ihtilâftan dolayı üçüncü kişinin kızdan satın aldığı mülkün tapu senedini iptal etmek sahih midir?Cevap: Bu vasiyetin sahih olması ve muteber bir delille ispatlanması durumunda anne, kocasının ölümünden mirasın bölüşülmesine kadar vasiyetten haberdar ol-masına ve kıza payı verildiğinde ve kızın da payını sattığında vasiyet belgesi onun yanında bulunmasına rağmen vasiyet konusunda sessiz kalmış ve kıza payının verilmesine ve kızın o zaman payını satmasına itiraz et-memişse, -vasiyeti ilân etmede herhangi bir mahzurun olmadığı farz edildiği takdirde- bütün bunlar annenin, kızın mirastan aldığı ve sattığı şeye razı olduğunu gösterir; dolayısıyla bundan sonra kıza verilen şeyi kızdan veya müşteriden isteyemez ve kızın yaptığı satışın sıhhatine ve malın müşteriye ait olduğuna hükmedilir.
Soru 1871: Bir şehit, babasına hitaben vasiyetnamesinde, kendisine ait olan evini satmaksızın borçlarını ödemesi mümkün olmazsa evini satarak borçlarını ödemesini vasiyet eder. Yine ondan bir meblağın hayır işlerde harcanmasını, arsasının parasının dayısına verilmesini, annesini de hacca göndermesini ve kendisi tarafından birkaç yıl oruç ve namaz kaza edilmesini vasiyet eder. Daha sonra kardeşi onun eşiyle evlenir, o evin bir kısmını şehit eşinin satın aldığını bilerek onun evine yerleşir ve evin tamir ve onarımı için bir miktar para öder ve yine şehidin oğlundan bir Cumhuriyet altını alarak evin tamirinde harcar. Bu durumda şehit kardeşinin, şehidin evinde ve şehit oğlunun mallarında tasarrufta bulunmasının hükmü nedir? Şehit çocuğunu büyüttüğü ve nafakasını üstlendiği göz önünde bulundurulursa, onun şehit çocuğuna ihtisas edilen aylık maaştan yararlanmasının hükmü nedir?Cevap: Bu aziz şehidin mallarının tümü hesaplanıp malî borçları ödendikten sonra geri kalan malının üçte birini namaz ve orucunu kaza etmek, annesine hac ziyareti masrafını vermek gibi vasiyetlerini yerine getirmede harcamak farzdır. Daha sonra mirasının üçte ikisi ve üçte birinden arta kalanı şehidin mirasçıları olan babası, annesi, oğlu ve karısı arasında Kitap ve Sünnet'e uygun olarak bölüştürülür. Evde ve şehide ait olan eşyalarda yapılan bütün tasarruflar, mirasçıların ve küçük çocuğunun şer'î velisinin izniyle yapılmalıdır ve şehit kardeşi, şehidin küçük çocuğunun şer'î velisinin izni olmaksızın yaptığı ev onarımı masraflarını küçük çocuğun malından alamaz. Aynı şekilde küçük çocuğun altınını ve aylık maaşlarını şer'î velilerinin izni olmaksızın evin onarımında, kendi geçimi için ve hatta küçük çocuğun nafakasında harcayamaz; aksi takdirde o malları karşılamakla yükümlü olur ve onları çocuğa iade etmesi gerekir. Nitekim evin satın alımı da mirasçıların ve şehidin küçük çocuğunun şer'î velisinin izniyle olmalıdır.
Soru 1872: Bir kimse vasiyetinde, tüm mal varlığının üç hektar meyve bahçesinden ibaret olduğunu ve ölümünden sonra iki hektarını evlâtlarından bir grubuna ve bir hektarının ise vasiyet ettiği yerlerde kendisi için harcanmasına dair karşılıklı sulh edildiğini kaydeder. Fakat bu adam öldükten sonra bahçenin tamamının yüz ölçümünün iki hektardan daha az olduğu ortaya çıkar. Buna göre: 1) Acaba onun vasiyet belgesinde kaydettikleri, belirttiği şekilde malları konusunda sulh mu sayılır, yoksa vefatından sonra malları hakkında vasiyet mi sayılır? 2) Bahçenin yüz ölçümünün iki hektardan az olduğu anlaşıldıktan sonra, acaba onun tamamı evlâtlarının olup kendisine ayırdığı bir hektarın mevzuu kalkar mı, yoksa başka bir şekilde mi davranılması gerekir?Cevap: Sulh eden kişi hayattayken, lehine sulh yapılan kişinin onu kabul etmesiyle sulhun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiği kesin olarak anlaşılmadıkça, onun kaydettiklerinin vasiyet olduğuna hükmedilir. Do-layısıyla meyve bahçesi hakkındaki vasiyeti evlâtları ve kendisi için bıraktığı malın üçte biri oranında geçerlidir; üçte birden fazlasında ise, mirasçıların iznine bağlıdır; eğer izin vermezlerse, üçte birden fazlası onların mirası olur.
Soru 1873: Bir kimse ölümünden sonra, kızlarının her birine mirastan paylarına düşen mal yerine belli bir miktar nakit para vermesi kaydıyla bütün mallarını oğlunun adına geçirir. Ancak babası öldüğü sırada kızlardan biri hazır olmadığı için o zaman hakkını alamaz ve bir süre sonra şehre döndüğünde erkek kardeşinden hakkını talep eder. Fakat kardeşi o zaman ona bir şey vermez; ama aradan birkaç yıl geçtikten ve vasiyet edilen paranın alım gücü oldukça düştükten sonra şimdi mezkur meblağı ona verebileceğini bildirir; fakat kız kardeşi mezkur meblağın o zamanki alım gücünü talep eder, kardeşi ise talep edilen parayı ödemeyerek onu faiz istemekle suçlar; bu konuda hüküm nedir?Cevap: Mirasın erkek çocuğa teslim edilişi ve kızlara belli bir meblağın ödenmesi doğrultusunda yapılan vasiyet şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmişse, bu durumda kızlardan her biri sadece vasiyet edilen meblağa hak kazanır; fakat vasiyet edilen meblağın ödendiği sıradaki satın alım gücü babalarının öldüğü zamana oranla düşmüşse, ihtiyat gereği fark miktarında tarafların sulh etmesi (uzlaşması) gerekir ve bu da faiz hükmünde değildir.
Soru 1874: Annemle babam hayattayken, çocuklarının hepsinin huzurunda bir tarlayı, ölümlerinden sonra ken-dilerinin kefen, defin, namaz ve oruç gibi masraflarında harcamam için miraslarının üçte biri olarak ayırarak ailenin tek oğlu olan bana vasiyet ettiler. Ebeveynimin ölümünden sonra nakit paraları olmadığı için mezkur masrafların tümünü kendi malımdan karşıladım; acaba şimdi yaptığım bütün bu masrafları bıraktıkları malın mezkur üçte birinden alabilir miyim?Cevap: Eğer meyyite harcadığınız miktarı, vasiyet adına ve mirasın üçte birinden almak kastıyla ödemişseniz, onları meyyitin mallarının üçte birinden almanız caizdir; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1875: Bir kimse, ölümünden sonra evlenmediği takdirde içinde oturduğu evin üçte birinin karısına verilmesini vasiyet eder. Ölümünden sonra karısının id-deti bittikten sonra evlenmediği ve gelecekte de evleneceğine dair hiçbir belirti olmadığı dikkate alındığında, bu adamın vasiyetini uygulama konusunda vasinin ve diğer mirasçıların yükümlülüğü nedir?Cevap: Şimdilik vasiyet edilen mülkü adamın dul karısına vermeleri farzdır, fakat evin verilişi onun evlenmemesi koşuluna bağlıdır; dolayısıyla eğer daha sonra evlenirse, bu durumda mirasçılar feshetme ve mülkü geri alma hakkına sahiptirler.
Soru 1876: Babamın babasından miras olarak aldığı, amcamız ve ninemizle ortak olduğumuz ve onların da dedemizden miras aldıkları malı bölüştürmek istediğimizde, onlar dedemizin, ninemize ve amcamıza bıraktığı maldan alacakları paya ilâveten her birine belli bir meblağ nakit paranın verilmesini de vasiyet ettiğine dair otuz yıl önceki vasiyeti gösterdiler; fakat amcam ve ninem bu meblağı şimdiki değerine dönüştürerek vasiyet edilen miktarın kaç misli fazlasını ortak maldan kendilerine ayırdılar; acaba onların bu işi şer'an caiz midir?Cevap: İhtiyat gereği malın satın alım gücünün farkıyla ilgili olarak aranızda uzlaşmalısınız ve eğer bu ko-nuda bir kanun varsa, ona uyulmalıdır.
Soru 1877: Aziz şehitlerden biri, kendi evi için satın almış olduğu bir halıyı İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbelâ'-daki türbesine hediye edilmesini vasiyet etmiştir. Şimdi bu vasiyeti yerine getirme imkânına sahip oluncaya kadar halıyı evde saklarsak, zayi olmasından endişeleniyoruz; acaba bu durumda bir zarar gelmemesi için onu mahallenin camisinde veya hüseyniyesinde kullanmamız caiz midir?Cevap: Vasiyeti yerine getirme imkânı buluncaya kadar halıyı muhafaza edebilmek, onu geçici olarak ca-mide veya hüseyniyede kullanmaya bağlıysa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1878: Bir kimse bazı gayrı menkullerinin gelirlerinden bir miktarının cami, hüseyniye, dinî merasimler ve hayır işlere harcanmasını vasiyet etmiştir; fakat mezkur mülk ve onun diğer emlâki gasp edilmiştir ve onları gasp eden kişinin elinden geri alabilmek için bir miktar para harcamaya gerek vardır; acaba bu masrafı vasiyet edilen mallardan almak caiz midir? Ve acaba sırf mülkü gasp edilmiş olmaktan kurtarma imkânına sahip olmak, vasiyetin sıhhati için yeterli midir?Cevap: Emlâki gaspeden kişinin elinden kurtarmak için yapılan masraf miktarında vasiyet edilen malın gelirlerinden almanın sakıncası yoktur. Mülk konusundaki vasiyetin sıhhatinde, para harcamakla da olsa, ga-sıbın elinden kurtarmaya çalışmaya müteakip vasiyet konusunda harcanabilme kabiliyetine sahip olması yeterlidir.
Soru 1879: Birisi bütün menkul ve gayrimenkul mallarını oğluna vasiyet ederek altı kızını mirastan mahrum etmiştir, acaba bu vasiyet geçerli midir? Eğer geçerli değilse, bu mallar altı kızla, bir oğul arasında nasıl bölüştürülmelidir?Cevap: Böyle bir vasiyetin genel olarak bir sakıncası yoktur; fakat bu vasiyet sadece bıraktığı malın tümünün üçte birinde geçerlidir ve üçte birinden fazlasında ise, mirasçıların hepsinin iznine bağlıdır. Dolayısıyla eğer kızlar izin vermezlerse, her biri bırakılan malın üçte ikisinden kendi payına düşeni miras olarak alır. Buna göre babanın mirası yirmi dörde bölünür. Oğul bundan vasiyet edilen malın üçte biri olarak 8/24 ve geriye kalan üçte ikiden de payına düşen 4/24'ü alır. Kızların her birinin payı ise, 2/24 olur. Başka bir tabirle: Mirasın tümünün yarısı oğlun olur, diğer yarısı ise altı kız arasında bölüştürülür.
1- [Müsle, tahkir etmek için birinin vücudundan bir şeyi kes-meye denir.]
- GASP
GASP
Soru 1880: Bir kimse, küçük çocuğu adına bir arsa satın alır ve "Satıcı falan kişi ve alıcı filan oğlum" şeklinde, gayri resmî ve âdî bir belge düzenler. Çocuk bulûğ çağına erişince bu arsayı başka birine satar. Fakat babanın mirasçıları o arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını iddia ederek arsaya el koyarlar. Oysa söz konusu âdî belgede babanın ismi yoktur (babalarına ait olduğu kaydedilmemiştir); acaba bu durumda mirasçıların ikinci müşteriye engel olma hakları var mıdır?
Cevap: Sözleşmede sırf müşteri olarak küçük oğlun isminin kaydedilmiş olması, onun malikliğinin ölçüsü olamaz. Dolayısıyla eğer babanın kendi parasıyla satın aldığı arsayı oğluna hibe ettiği veya onunla sulh ettiği ispatlanırsa, arsa onun olur. Bu durumda eğer çocuk bulûğ çağına eriştikten sonra arsayı şer'an sahih bir şekilde başka bir müşteriye satarsa, hiç kimsenin ona engel olmaya ve arsayı onun elinden çıkarmaya hakkı yoktur.
Soru 1881: Birkaç el değiştiren bir arsayı satın alarak üzerinde bir ev yaptım. Şimdi ise biri bu arsanın kendi mülkü ve İslâm inkılâbından önce resmî tapuyla kendi adına kaydedilmiş olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle de benimle birlikte bazı komşular aleyhine dava açmış bulunuyor. Bu iddia göz önünde bulundurulduğunda, acaba bu arsada yapılan tasarruflar gasp sayılır mı?Cevap: Arsayı elinde bulunduran önceki kişiden satın almanın zahirde şer'an sıhhatine hükmedilir; bu durumda arsa müşteriye aittir. Daha önce bu arsanın sahibi olduğunu iddia eden kişi, şer'î mülkiyetini mahkemede ispatlamadıkça, arsayı şimdi elinde bulunduran ve tasarruf eden kişiye engel olma hakkı yoktur.
Soru 1882: Âdî bir belgede babanın adına kaydedilmiş olan bir arsanın tapusu bir süre sonra onun küçük oğlu adına çıkarılmıştır. Ancak bu arsa hâlâ babanın tasarrufundadır. Şimdi bulûğ çağına eren çocuk, tapusu kendi adına olan arsanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor; fakat babası gayrimenkulu kendi malıyla kendisi için satın aldığını ve sadece daha az vergi ödemek için gayrimenkulu onun adına geçirdiğini ileri sürüyor; bu durumda eğer oğlu babasının rızası olmadan bu gayrimenkulu alarak onda tasarruf ederse, gasp etmiş sayılır mı?Cevap: Eğer babası onu kendi malıyla satın almışsa ve oğlu bulûğ çağına erinceye kadar da gayrimenkulda kendisi tasarruf ediyormuşsa, bu durumda oğlu babasının bu yeri kendisine hibe ettiğini ve onun mülkiyetine geçirdiğini ispatlamadıkça, sırf tapunun kendi adına olduğuna dayanarak arsanın mülkiyetinde, tasarrufunda ve kontrol altında tutulmasında babasına engel olamaz.
Soru 1883: Bir kimse elli yıl önce bir arazi satın almış ve bu arazinin sınırı olarak tapuda yüksek bir dağın adının kaydedilmiş olmasına dayanarak satılan yerle o dağın arasında kalan umumî araziden milyonlarca metre kare yerin ve bölgede yapılan onlarca eski evin mülkiyetinin kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Yine bu arazi ve evlerin gasp edilmiş olduğu iddiasıyla burada kılınan namazların batıl olduğunu söylemektedir. Oysa bu adamın daha önce bu arazide ve oradaki eskiden beri oturulan evlerde hiçbir şekilde tasarrufu yoktu ve ortada arazinin durumunu yüzlerce seneden beri belirtecek bir delil de yoktur; anlatılanlar dikkate alındığında meselenin hükmü nedir?Cevap: Satılan araziyle sınır olarak adı geçen dağ arasında yer alan bu arazi, daha önce belli bir kişinin mülkü olmayan bayır araziden ise veya daha önce başkalarının elinde olup onlar tarafından tasarruf ediliyorken şimdi tasarruf eden kişilere intikal etmişse, bu arazinin yetkisi elinde olup oranın maliki şeklinde tasarrufta bulunan herkesin elinde her ne kadar arazi veya ev varsa -mülkiyet iddiasında bulunan kişinin davası yetkili yargı mercii yanında şer'î bir yolla ispatlanıncaya kadar- şer'an oranın maliki sayılır ve orada yaptığı tasarruflar mubah ve helâldir.
Soru 1884: Hâkimin zapt edilmesine hükmettiği arsanın üzerinde önceki sahibinin rızasını almadan cami inşa etmek caiz midir? Yine bu gibi camilerde namaz kıl-mak ve diğer dinî programları yapmak caiz midir?Cevap: Eğer arsa şer'î hâkimin hükmüyle veya İslâm devletinde geçerli olan kanuna istinaden önceki sahibinden alınmışsa veya iddia eden kişinin geçmişteki şer'î mülkiyeti ispatlanmamışsa, orada yapılan tasarruflar, mülkiyet iddiasında bulunan kişinin veya önceki sahibinin iznine bağlı değildir; dolayısıyla orada cami inşa etmek, namaz kılmak ve diğer dinî programlar yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1885: Birisi, nesilden nesle mirasçıların elinde bulunan bir araziyi gasp edip kendi mülkiyetine geçirir. İslâm inkılâbının zafere ulaşması ve şer'î devlet kurulmasından sonra bu araziyi gasp eden kişiden geri almaya teşebbüs edilir. Acaba bu durumda bu arazinin mülkiyeti şer'an bu mirasçılara mı aittir, yoksa bu araziyi devletten satın alma hususunda onların sadece önceliği mi vardır?Cevap: Sırf daha önce miras yoluyla tasarrufta bulunmak, o araziye malik olmada ve onu satın almada öncelik hakkı doğurmaz. Ancak aksi ispatlanmadıkça, geçmişteki bu durum mülkiyet için şer'î bir emaredir. Dolayısıyla eğer gayrimenkulun mirasçıların malı olmadığı veya başkasının mülkü olduğu ispatlanırsa, mirasçılar onu veya karşılığını isteyemezler; aksi durumda zilyed olma (malı elinde bulundurma) kuralı gereğince gayrimenkulun kendisini veya karşılığını isteyebilirler.
- KISITLILIK VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
KISITLILIK(1) VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
Soru 1886: Bir kızı ve bir de velâyetinde bulûğ çağına ermiş zeka engelli bir oğlu olan bir babanın ölümünden sonra kız kardeşinin, sefih kardeşine velâyeten onun mallarında tasarruf etmesi caiz midir?Cevap: Kız ve erkek kardeşin, sefih olan erkek kardeş üzerinde velâyeti yoktur; eğer babasının babası yok-sa ve babası da ona veli olması için hiç kimseyi vasiyet etmemişse, bu durumda onun velisi şer'î hâkimdir.
Soru 1887: Kızların ve erkeklerin bulûğ yaşı konusunda ölçü şemsî yılı (365 günlük yıl) mıdır, yoksa kamerî yılı (355 günlük yıl) mıdır?Cevap: Ölçü kamerî yıldır.
Soru 1888: Çocuğun bulûğ çağına erip ermediğini anlayabilmek için kamerî yılına göre doğum tarihinin yıl, ay ve günü nasıl teşhis edilebilir?Cevap: Doğum tarihi şemsî yıla göre biliniyorsa, kamerî yılıyla şemsî yılı arasındaki fark hesaplanarak çıkarılır.
Soru 1889: On beş yaşına ulaşmadan önce ihtilâm olan erkek çocuğun bulûğa erdiğine hükmedilebilir mi?Cevap: İhtilâm olmasıyla bulûğa erdiğine hükmedilir. Çünkü ihtilâm olmak şer'an bulûğ belirtilerinden biridir.
Soru 1890: Diğer iki bulûğ belirtisinin teklif yaşından daha önce ortaya çıktığına dair yüzde on ihtimal verilirse, hüküm nedir?Cevap: Sırf iki bulûğ belirtisinin daha önce ortaya çıkması ihtimaliyle insanın bulûğa erdiğine hükmedilmez.
Soru 1891: Cinsel ilişki bulûğ belirtilerinden sayılıp şer'î tekliflerin farz olmasına sebep olur mu? Ve eğer insan bunun hükmünü bilmez ve birkaç yıl sonra öğrenirse, acaba ona cenabet guslü farz olur mu? Ve acaba gusletmeden yerine getirdiği taharetin şart olduğu namaz ve oruç gibi ameller batıl olup onların kaza edilmesi farz mıdır?Cevap: Meni çıkmaksızın gerçekleşen cinsel ilişki, bulûğ belirtilerinden değildir, ancak bu amel cenabete sebep olur ve bulûğ çağına erdikten sonra ondan dolayı gusül etmek farzdır. Bulûğ belirtilerinden birini görmeyen kimsenin şer'an baliğ olduğuna hükmedilmez ve böyle birisi şer'î hükümlerle mükellef olmaz. Dolayısıyla küçük yaşında cinsel ilişki sebebiyle cünüp olan bir kişi baliğ olduktan sonra cenabet guslü almaksızın namaz kılar ve oruç tutarsa, namazlarını iade etmesi gerekir; ancak cenabetli olduğunu bilmediğinden böyle yap-mışsa oruçlarını iade etmesi gerekmez.
Soru 1892: Kız ve erkek öğrencilerden bazıları doğum tarihlerine göre bulûğ çağına ermiş olup zekâlarında gözlenen geri kalmışlık ve zaaf nedeniyle zekâ ve akıllarını denemek için onların üzerinde tıbbî araştırmalar yapıldıktan sonra aklî açıdan bazılarının bir ve bazılarının ise birkaç yıl geri kaldıkları kurumumuz tarafından tespit edilmiştir. Fakat bunlardan bazıları toplumsal ve dinî konuları idrak edebilecek bir seviyede oldukları için deli sayılamaz; acaba bu kurumun teşhisi, doktorların teşhisi gibi bu öğrenciler için delil ve ölçü sayılır mı?Cevap: İnsanın şer'î tekliflerle yükümlü olmasının ölçüsü, şer'an bulûğ çağına ermesi ve örfe göre akıllı sayılmasıdır; bu konuda idrak ve zekâ seviyesinin itibar ve etkisi yoktur.
Soru 1893: Bazı hükümlerde mümeyyiz çocuk hakkında "iyiyle kötüyü ayırt edebilen çocuk" tabiri kullanılmıştır; iyi ve kötüden maksat nedir? Bir de iyiyle kötüyü ayırt edebilmenin yaşı kaçtır?Cevap: İyi ve kötüden maksat, örfen iyi veya kötü sayılan şeylerdir; ancak bu konuda çocuğun yaşadığı hayat şartları, yöresel gelenek ve görenekler de dikkate alınmalıdır. İyiyle kötüyü ayırt etme yaşına gelince; bu, kişilerin kabiliyet, idrak ve zekâ seviyesine göre değişir.
Soru 1894: Kız çocuklarının dokuz yaşını tamamlamadan önce hayız özellikleri taşıyan kan görmeleri onların bulûğ çağına erdiğini gösterir mi?Cevap: Bu, kızın bulûğ çağına erdiğini gösteren şer'î bir belirti değildir ve bu kan hayız özellikleri taşısa bile hayız hükmünde değildir.
Soru 1895: Herhangi bir nedenle yargı yetkilileri tarafından kendi malları üzerinde tasarruftan men edilen bir kimse ölmeden önce mallarından bir miktarını hizmetlerine karşılık teşekkür etmek amacıyla kardeşinin oğluna verir ve kardeşinin oğlu da bu malları amcasının ölümünden sonra onun cenaze masrafları ve özel birtakım ihtiyaçlarında harcarsa, acaba bu durumda yargı makamının, onun kardeşinin oğlundan harcadığı meblağı istemesi caiz midir?Cevap: Eğer kardeşinin oğluna vermiş olduğu mallar hacr (elinden alınan mallar) kapsamındaki şeylerdense veya başkasının malı ise, şer'an onları kardeşinin oğluna vermeye hakkı yoktur ve kardeşinin oğlu da onlarda tasarruf edemez, yargı makamı bu malları talep edebilir; aksi durumda (mallar hacr kapsamında değilse ve başkasının malı da değilse) kimsenin bu malları verilen kişiden geri almaya hakkı yoktur.
1- [Bu sözcüğün Arapça karşılığı "hacr (hacir)"dir. Sözlük an-lamı kısıtlama olan hacr, çeşitli haklarını kullanmaya yetkili olan kişinin ehliyetinin sınırlandırılması, bu haklarını kullanma bakımından kısıtlanması demektir.]
- MUDAREBE
MUDAREBE (1)
Soru 1896: Altın ve gümüş dışındaki şeylerle mudarebe yapmak caiz midir?Cevap: Günümüzde tedavülde olan kâğıt paralarla mudarebe yapmanın sakıncası yoktur; fakat eşya ile mudarebe yapmak sahih değildir.
Soru 1897: Üretim, hizmet, dağıtım ve ticaret alanlarında mudarebe akdinden yararlanmak sahih midir? Ve acaba günümüzde ticarî alanlar dışında mudarebe adı altında yaygın olarak yapılan akitler şer'an sahih midir?Cevap: Mudarebe akdi, sermayenin sadece alım satım yoluyla ticaret yapmakta kullanılmasıyla ilgili olup, sermayenin üretim, dağıtım, hizmet vb. alanlarda muda-rebe adına kullanılması sahih değildir. Ancak bu gibi faaliyetleri cüâle (mükâfat vaat etmek), sulh gibi diğer şer'î akitlerin biriyle yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1898: Arkadaşlarımdan birinden, bir süre sonra fazlasıyla geri ödemek koşuluyla mudarebe adı altında bir miktar para aldım. Bu paranın bir bölümünü, paraya ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma verdim ve o da para sahibine ödeyeceğim kârın üçte birini üstlendi; acaba bu iş sahih midir?Cevap: Bir süre sonra aynı parayı fazlasıyla birlikte geri ödemek şartıyla bir kimseden para almak, mudare-be akdinin kapsamına girmez; bu iş haram olan faizli borçtur. Mudarebe olarak alınan para da borç değildir ve çalıştıranın mülküne geçmez; tersine sahibinin mülkiyetinde kalır, çalıştıran kişi ise sadece anlaşmalarına göre kârda ortak olmak kaydıyla parayla ticaret yapabilir. Parayı çalıştırmak için alan kişi, sahibinin izni olmaksızın onun bir bölümünü borç olarak veya mudare-be unvanıyla başkasına veremez.
Soru 1899: Her ay yaklaşık yüzde dört veya beş kâr almak şartıyla mudarebe adı altında borç veren kişilerden, mudarebe adı altında para almanın hükmü nedir?Cevap: Bu şekilde borç almak hiçbir şekilde muda-rebe değildir; bu iş haram olan faizli borç almadır ve formalite icabı sözleşmenin isminin değiştirilmesiyle faiz helâl olmaz. Ancak bununla birlikte borç almanın kendisi sahihtir ve borç alan kişi borç aldığı malın maliki olur.
Soru 1900: Bir kimse, her ay kâr olarak kendisine belli bir miktar para ödemesi ve zararını da kendisi karşılaması şartıyla başka birisine ticaret yapması için bir miktar para verirse; acaba bu muamele sahih midir?Cevap: İki kişi aralarında sermaye koyanın malı üzerinde şer'an sahih olan bir şekilde mudarebe anlaşması yapar ve parayı çalıştıran kişinin sermaye sahibine, hissesine düşen kârdan alelhesap olarak her ay bir miktar para vermesi ve zarar ettiği takdirde çalıştıran kişinin zararı karşılaması şartını koşarlarsa, bu muamelenin sakıncası yoktur; aksi durumda bu muamelenin şer'î bir geçerliliği yoktur.
Soru 1901: Birine, elde edilen kârı aramızda eşit olarak bölüştürmek şartıyla birkaç tane nakliye aracını ithal edip satması için bir miktar para verdim. Bir süre sonra bana bir miktar para vererek, "Bu, kârdan senin hissene düşendir." dedi; acaba benim bu parayı almam caiz midir?Cevap: Eğer sermayeyi mudarebe sözleşmesi çerçevesinde ona vermişseniz, o da o sermaye ile nakliye araçları satın alıp sattıktan sonra kârdan sizin payınıza düşeni vermişse, bu para size helâldir.
Soru 1902: Bir kimse, ticaret yapması için başka bir kişiye bir miktar para verir ve ileride hesaplaşmak üzere her ay kendisinden alelhesap bir miktar para alır ve yıl sonunda kâr ve zararı hesaplarlar; eğer para sahibiyle bu adam kendi rızalarıyla kâr ve zararı birbirlerine bağışlarlarsa, acaba onların bu ameli sahih midir?Cevap: Eğer parayı mudarebe olarak sahih bir şekilde çalıştırana vermişse, para sahibinin parayı çalıştıran kişiden her ay paranın kârından alelhesap bir miktar almasının ve yıl sonunda her birinin ötekinden hak ettiği şey üzerinde sulh etmesinin (uzlaşmasının) sakıncası yoktur. Fakat sermaye sahibi parayı borç olarak verir ve borçlunun her ay kendisine kâr olarak bir miktar para vermesini şart koşar da daha sonra yıl sonunda her birinin diğerinden hak ettiği şey üzerinde sulh ederlerse, bu iş haram olan faizli borçtur. Bu durumda her ne kadar borcun kendisi sahihse de akit zımnında ileri sürülen şart batıldır ve sırf kâr ve zararı birbirlerine bağışlamaya razı olmalarıyla bu iş helâl olmaz. Dolayısıyla, borç veren zarar konusunda sorumluluğu olmadığı gibi, kârdan da bir şey alamaz.
Soru 1903: Bir kimse, kârın üçte ikisinin kendisine, üçte birinin ise para sahibine ait olması şartıyla birisinden mudarebe olarak bir miktar para alır, ama bu parayla satın aldığı malı kendi şehrine gönderirken mal yolda çalınır; bu durumda zararı kimin ödemesi gerekiyor?Cevap: Sermayenin veya ticaret malının tamamının veya bir bölümünün telef olmasına, parayı çalıştıran kişinin veya başkasının ifrat veya tefriti (ihmali) neden olmamışsa, zarar para sahibine aittir ve kârla telâfi edilir; ancak (anlaşma metninde) parayı çalıştıran kişinin para sahibinin zararını karşılamasının şart koşulması durumu müstesna.
Soru 1904: Faiz nitelendirilmeyecek şekilde, kârını kendi rızalarıyla aralarında bölüşmek şartıyla ticaret yapmak ve kazanç sağlamak için birinden mal almak veya birine mal vermek caiz midir?Cevap: Eğer ticaret amacıyla alınan veya verilen mal borç çerçevesinde alınıp verilmişse, bu malın kârının hepsi borçluya aittir; nitekim zarar ve ziyanı da ona aittir. Mal sahibi ise borçludan sadece o malın bedelini isteyebilir ve borçludan kâr olarak bir şey istemesi caiz değildir. Ama mudarebe olarak alınıp, mudarebe hükümlerinin geçerli olması için şer'an mudarebenin sahih olması için gerekli şartları gözetilerek aralarında sahih bir şekilde mudarebe akdinin gerçekleşmiş olması gerekir. Mudarebenin sahih olma şartlarından birisi de taraflardan her birinin payına düşen kâr miktarının yüzdelik olarak tayin edilmesidir; aksi durumda malın ve ticaret kârının hepsi mal sahibinindir; onu çalıştıran kişi ise sadece işinin emsalinin ücretini alabilir.
Soru 1905: Bankalar yaptıkları muamelelerde zararı hiçbir şekilde kabul etmedikleri için banka muameleleri gerçekten mudarebe sayılmayacağından, acaba para sahiplerinin bankaya yatırdıkları paralarının kârı olarak her ay bankadan aldıkları miktar helâl sayılır mı?Cevap: Bankanın zararı üstlenmeyi kabul etmemesi, mudarebenin batıl olmasını gerektirmez ve bu iş muda-rebe akdinin formalite icabı yapılmış bir muamele olduğunu göstermez; çünkü şer'an para sahibi veya vekilinin (burada banka), mudarebe akdinde parayı çalıştıran kişiye, zarar ve ziyanı üstlenmesini şart koşmasının sakıncası yoktur. Dolayısıyla, formalite gereği yapıldığı ve herhangi bir nedenle batıl olduğu anlaşılmadıkça, para sahipleri tarafından vekil olan bankanın yaptığı işlemin mudarebe olduğunu iddia etmesi durumunda onun sahih olduğuna hükmedilir; bankanın kâr olarak para sahiplerine verdiği paralar da onlara helâldir.
Soru 1906: Alış verişte kullanması için bir kuyumcuya belli bir miktar para verdim. Kuyumcu genelde zarar görmeyip devamlı kâr ettiği için acaba ondan kâr olarak her ay belli bir meblağ istemem caiz midir? Eğer bu iş sakıncalıysa, onun yerine kuyumcudan bir miktar mücevher almam caiz olur mu? Ve acaba bu meblağı aramızda aracı olan başka birinin eliyle bana verirse, sakınca giderilir mi? Yine bu paranın karşılığında hediye olarak bana bir meblağ verirse, sakıncası var mıdır?Cevap: Mudarebede sermaye sahibi ve onu çalıştıran kişiden her birinin kâr hissesinin üçte bir, dörtte bir ve yarı gibi kesirlerin biriyle belirtilmesi şarttır. Dolayısıyla mudarebe sözleşmesinde, para sahibi için sermayenin kârı olarak aylık belli bir meblağ tayin edilirse, mudarebe sahih değildir. Bu konuda belirtilen aylık kârın nakit para veya eşya ve mücevher olması arasında ve yine para sahibinin o kârı şahsen kendisinin almasıyla başka birisinin vasıtasıyla alması arasında ve yine o kârı payına düşen kâr olarak veya parasıyla ticaret etmesi karşılığında parasını çalıştıran kişiden hediye olarak alması arasında hiçbir fark yoktur. Ancak, kâr edildiği belli olduktan sonra mudarebe sözleşmesinin süresi sona erdiğinde hesaplaşmak üzere sermaye sahibinin kârdan her ay alelhesap belli bir meblağ almayı şart koşmasının sakıncası yoktur.
Soru 1907: Bir kimsenin elde edilen kârı, paraları oranında para sahipleri ile kendi arasında bölüşmek şartıyla ticaret yapmak için birkaç kişiden mudarebe sözleşmesi çerçevesinde para almasının hükmü nedir?Cevap: Ticaret yapmak için paraları birbirine karıştırmayı sahiplerinin izniyle yaparlarsa bunun sakıncası yoktur.
Soru 1908: Akd-ı lâzımda (uyulması gerekli bir akitte), parayı çalıştıran kişinin, her ay para sahibinin kârdan hissesine düşen para karşılığında ona belli bir meblağ ödemesi ve fazlalık ve noksanlık konusunda sulh etmelerinin şart koşulması sahih midir? Ayrı bir ifadeyle, acaba akd-ı lâzımda mudarebe hükümlerine ters düşen bir şartın koşulması sahih midir?Cevap: Kâr ortaya çıktıktan sonra, para sahibinin yüzdelik olarak belirlenen kâr payı ile, aylık olarak ken-dine ödenecek meblağ arasında sulh etmesi şart koşulmuşsa, bunun sakıncası yoktur; fakat para sahibinin kâr hissesinin, kendisine aylık olarak ödenecek meblağ olarak belirlenmesi şart koşulmuşsa, bu mudarebeye ters düştüğü için batıldır.
Soru 1909: Bir tüccar, yapacağı ticaretin kârından belli bir yüzdeliği sermaye sahibine vermek üzere mudarebe olarak bir miktar para alır ve ticaret yapmak için kendi sermayesine karıştırır. İşin başında bu paranın getireceği aylık kârı teşhis etmenin zor olduğunu ikisi de bildikleri için sulh etmeye karar verirler; acaba bu durumda mudarebe akdi şer'an sahih midir?Cevap: Mudarebenin sıhhati için öteki şartlara uyulmuşsa, para sahibinin aylık kâr oranını teşhis etmesinin imkânsız oluşu, mudarebe akdinin sıhhatine halel getirmez. Dolayısıyla mudarebe sözleşmesini şer'î şartlarına uygun olarak yaptıktan sonra kâr tahakkuk ettiğinde para sahibinin hissesine düşen kârı belli bir miktar paraya sulh etmesi konusunda anlaşmalarının sakıncası yoktur.
Soru 1910: Bir kimse, üçüncü bir kişinin kefil olması şartıyla mudarebe olarak birine bir miktar para verir ve parayı çalıştıran adam parayla birlikte kaçarsa, para sahibi mudarebe parasını almak için kefile müracaat edebilir mi?Cevap: Anlatıldığı şekilde mudarebeye yatırılan sermayeye kefil olmayı şart koşmanın sakıncası yoktur. Dolayısıyla eğer parayı çalıştıran kişi mudarebe sermayesi olarak aldığı parayla birlikte kaçarsa ya da ifrat veya tefritle onu zayi ederse, para sahibi parasının karşılığını almak için kefile müracaat edebilir.
Soru 1911: Mudarebe olarak parayı çalıştıran kişi, ticaret yapmak için birkaç kişiden aldığı sermayenin tümünden veya belli bir kişinin sermayesinden bir miktarını sahibinden izin almaksızın başka birine borç verirse, bu durumda mudarebe için kendisine verilen paralara karşı yed-i damân(2) (kaybı karşılamakla yükümlü) sayılır mı?Cevap: Sahibinden izin almadan mudarebe parasını birisine borç vermesiyle, o para hususunda onun yed-i emaneti(3) yed-i damâna dönüşür ve onu tazmin etmesi gerekir; diğer paralar konusunda ifrat ve tefrit etmemişse, onlara göre güvenilir olarak kalır.
1- [Emekle sermayenin birleştirilmesi suretiyle kurulan şirket. Emek-sermaye ortaklığı. Burada emek sahibi emeğinin, sermaye sahibi de sermayesinin karşılığında kârdan pay almaktadır.]
2- [Sorumluluk getiren haksız tasarruf türü.]
3- [Yed, yani bir malı bulundurma, yed-i emanet ve yed-i da-mân olmak üzere ikiye ayrılır. Yed-i emanette, elinde bulunduranın kusuru olmaksızın o mal zayi ya da kaybolursa, tazmin lâzım gelmez. Ama yed-i damânda, malı elinde bulunduranın kusuru olmasa da elinde tuttuğu mal zayi olursa, tazmin etmesi lâzım gelir.]
- BANKA İŞLEMLERİ
- SİGORTA
SİGORTA
Soru 1952: Hayat sigortasının hükmü nedir?Cevap: Bunun şer'an sakıncası yoktur.
Soru 1953: Sigorta kurumu tarafından verilen sağlık karnesinden, sahibinin aile efradından olmayan birinin karneden yararlanması caiz midir? Ve acaba sağlık karnesi sahibinin, onu kullanması için başkasına vermesi caiz midir?Cevap: Sağlık karnesinden ancak sigorta şirketinin hizmet sunmayı taahhüt ettiği kişiler yararlanabilirler; başkalarının bu karttan yararlanması zâmin olmalarını (verdikleri zararı ödemelerini) gerektirir.
Soru 1954: Sigorta şirketi, hayat sigortası yaptıran kişiyle yaptığı sözleşmede, sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişilere bir miktar para vermeyi taahhüt ediyor. Bu durumda eğer sigortalının borcu olduğu ortaya çıkar ve mal varlığı onu ödemeye yetmezse, acaba alacaklılar alacaklarını sigorta şirketinin ödediği paradan alabilirler mi?Cevap: Bu iş, tarafların sigorta sözleşmesindeki anlaşma biçimine bağlıdır; dolayısıyla eğer sigorta sözleşmesinde, belirlenen meblağın sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişi veya kişilere verilmesi kararlaştırılmışsa, bu durumda sigortanın ödediği bu meblağ onun bıraktığı miras hükmünde değildir; bu para sigortadan yararlanma hakkına sahip olanlara aittir.
- DEVLET MALLARI
- VAKIF
- MEZARLIK HÜKÜMLERİ
MEZARLIK HÜKÜMLERİ
Soru 2101: Müslümanların umumî mezarlığını şahsî mülkiyete geçirerek orada şahsî binalar yapmanın ve onu kişilerin mülkü olarak adlarına kaydetmenin hükmü nedir? Acaba Müslümanların umumî mezarlığı vakıf hükmünde midir? Orada yapılan kişisel tasarruflar gasp mıdır? Acaba orada tasarruf eden kişiler tasarruflarının emsalinin ücretini ödemeleri gerekir mi? Ve eğer tasarruf edenler tasarruflarının emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü iseler, bu malları nereye harcamak gerekir ve orada yapılan binaların hükmü nedir?Cevap: Müslümanların umumî mezarlığının tapusunu üzerine almak, başlı başına mülkiyet için şer'î bir delil olamayacağı gibi, oranın gasp edildiği anlamına da gelmez. Nitekim oranın sırf ölüleri defnetmek için umumî mezarlık olması da, oranın vakfedildiğine şer'î bir delil değildir. Dolayısıyla mezarlık eğer örfen halkın ölülerini defnetmek amacıyla kullanılmak vs. için şehrin umuma ait yerlerinden sayılır veya Müslümanların ölülerini defnetmek için vakfedildiğine dair şer'î bir delil bulunursa, şimdi orada tasarruf edenlerin kişisel ta-sarrufları gasp ve haramdır. Dolayısıyla mezarlık arazi-sini terk etmeleri, üzerindeki binaları yıkmaları ve orayı eski hâline dönüştürmeleri gerekir; ama yapılan tasarrufların emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü olmanın gerekliliği kesin değildir.
Soru 2102: Mezarlarının ömrü 35 seneye ulaşan bir mezarlık belediye tarafından umumî parka çevrilmiş ve önceki rejim döneminde bir bölümü üzerinde birkaç bina da yapılmıştır; acaba belediye bu arazi üzerinde yeniden ihtiyaç duyduğu binalar yapabilir mi?Cevap: Eğer mezarlık arazisi Müslüman ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada bina inşa edilmesi mezarların açılmasına veya ulemanın, salih ve mümin kişilerin mezarlarına saygısızlığa sebep olacaksa veya arazi halkın yararlanması için şehrin ihtiyaç duyduğu umuma ait mekânlardansa, orada tesisler yapmak ve özel tasarruflarda bulunmak, orayı değiştirmek ve başka bir şeye dönüştürmek caiz değildir; aksi durumda özü itibariyle bu işin bir sakıncası yoktur; ancak bu husustaki ilgili kanunlara uyulması gerekir.
Soru 2103: Ölülerin defnedilmesi için vakfedilmiş bir arsanın ortasında, imamzadelerden birinin türbesi de bulunmaktadır ve son zamanlarda bu mezarlığa aziz şehitlerden bir grubun cesetleri de defnedilmiştir. Gençler için uygun bir spor alanı bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, acaba İslâmî adabı gözeterek mezarlıkta spor yapmaları caiz midir?Cevap: Mezarlığı spor alanına çevirmek ve vakfedilen arazide vakıf amacı dışında tasarruf etmek caiz değildir. Yine Müslümanların ve aziz şehitlerin mezarlarının saygınlığını çiğnemek caiz değildir.
Soru 2104: İmamzadelerden birinin ziyaretçilerinin, arabalarını, üzerinden yaklaşık yüz sene geçen eski mezarlığa park etmeleri caiz midir? Oranın daha önce köy halkının mezarlığı olarak kullanıldığı, ancak hâlihazırda ölülerini başka bir yerde defnettikleri dikkate alındığında hüküm nedir?Cevap: Örfe göre bu iş Müslümanların mezarlarının saygınlığını çiğnemek sayılmıyor ve o imamzadenin türbesinin ziyaretçilerine engel çıkarmıyorsa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 2105: Bazı kişiler umumî mezarlıklarda, ölülerin bazı mezarların yanına defnedilmesini önlemektedirler; acaba ölüleri oraya defnetmeye şer'î bir engel var mıdır? Ve acaba onların ölüleri oraya defnetmeyi engellemeye hakları var mıdır?Cevap: Eğer mezarlık mevkuf veya herkesin ölülerini oraya defnetmesi mubah addedilmişse, kimsenin umumî mezarlıkta kendi ölüsünün mezarının etrafında bir sınır belirleyip müminlerin cenazelerinin orada defnedilmesine engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 2106: Alanı dolmuş bir mezarlığın bitişiğinde mahkeme kararıyla kamulaştırılmış ve başka bir kimseye devredilmiş bir arazi bulunmaktadır. Acaba arazinin şimdiki sahibinden izin alınarak ölüleri defnetmek için oradan yararlanmak caiz midir?Cevap: Eğer arazinin şimdiki sahibinin şer'an mülk sahibi olduğuna hükmedilirse, onun rızası ve izniyle orada tasarruf etmenin sakıncası yoktur.
Soru 2107: Bir şahıs bir araziyi ölülerin defnedilmesi için vakfetmiş ve orayı Müslümanların umumî mezarlığı kılmıştır. Acaba mezarlık yönetim kurulunun, ölülerini oraya defneden kişilerden mezar parası alması caiz midir?Cevap: Vakfedilmiş umumî mezarlıkta ölülerin defnedilmesi karşılığında bir şey talep edilemez. Fakat mezarlığa veya ölü sahiplerine ölülerini defnetmeleri için başka hizmetler sunuyorlarsa, bunun karşılığında ücret olarak bir meblağ istemelerinin sakıncası yoktur.
Soru 2108: Köylerden birinde bir telefon santrali kurmak için köy halkından bize bir arsa vermelerini istedik. Köyün ortasında bu iş için uygun bir yer bulunmaması dolayısıyla, acaba santrali, kullanılmayan eski mezarlığın bir bölümünde inşa etmemiz caiz midir?Cevap: Müslümanların umumî mezarlığı, eğer ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada telefon santrali yapılması mezarın açılmasına ya da Müslümanların mezarlarının saygınlığının çiğnenmesine sebep olacaksa, bu iş caiz değildir; aksi durumda bunun sakıncası yoktur.
Soru 2109: Kasabadaki şehitlikte şehit mezarlarının yanında başka bölgelerde defnedilmiş bizim kasabalı şehitler adına ileride mezarları olması amacıyla anıt taşları dikilmesine karar verdik; acaba bu iş caiz midir?Cevap: Aziz şehitlerimizin adına sembolik mezarlar yapmanın sakıncası yoktur; fakat o mekân ölüleri defnetmek için vakfedilmişse, başkalarına ölülerini defnetmelerinde sıkıntı çıkarmak caiz değildir.
Soru 2110: Mezarlık yanındaki kıraç arazinin bir bölümünde bir sağlık ocağı kurmaya karar verdik, fakat halktan bazıları o yerin mezarlığın bir parçası olduğunu ileri sürdüler. Yetkililer de bu yerin mezarlık olup olmadığını teşhis edemediler. Bölge halkından bazı yaşlılar sağlık ocağı inşa etmek istediğimiz alanda mezar bulunmadığına tanıklık ederken, diğer bazıları da orada mezar olduğunu ileri sürdüler; fakat her iki grup da sağlık ocağı binası yapmak istediğimiz yerin etrafında mezarlar bulunduğunu söylüyorlar; bu konuda ne yapmamız gerekir?Cevap: O arazinin, Müslümanların ölülerini defnetmeleri için vakfedildiği ve halkın çeşitli münasebetlerde yararlandıkları umuma ait yerlerden olmadığı ispatlanmadığı sürece, orada sağlık ocağı yapmanın, mezar açmaya ve müminlerin mezarlarının saygınlığının çiğnen-mesine sebep olmamak şartıyla sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 2111: Nasıl vakfedildiği bilinmeyen geniş bir mezarlığın cenaze defnedilmemiş bölümünde, cami inşa edilmesi ve bölge halkına sağlık ocağı yapılması gibi umumî hizmetler için kiraya verilerek kira gelirinin mezarlık yararına harcanması caiz midir? Bu bölgede hizmet merkezleri inşa etmek için boş bir alanın olmadığı ve bölgenin bu hizmetlere ihtiyacı olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?Cevap: Eğer arazi sadece cenazelerin defnedilmesi şeklinde yararlanılması için vakfedilmişse, bu durumda kiraya vermek veya orayı cami veya sağlık ocağı gibi mekânlar inşa etmek için kullanmak caiz değildir. Ama mevcut belirtilerden oranın ölülerin defnedilmesi için vakfedildiği sonucuna varılmaz, halkın ölülerini defnetmeleri gibi amaçlara yönelik şehrin umuma ait yerlerinden olmaz, orada mezar da bulunmaz ve belli bir sahibi de olmazsa, bu durumda o araziden bölge halkının umumî menfaatleri için yararlanmanın sakıncası yoktur.
Soru 2112: Enerji Bakanlığı'nın yapmayı tasarladığı, elektrik üretimine yönelik birkaç barajdan biri Karun Nehri üzerinde yapılması amaçlanan barajdır. Bu projenin plânlanan tesislerinin ilk aşaması tamamlanmış ve gerekli bütçe de temin edilmiş bulunuyor. Fakat proje bölgesinin merkezinde, içinde eski mezarlarla birlikte yeni mezarlar bulunan eski bir mezarlık mevcut olup projeyi uygulamak için bu mezarların yıkılması gerekmektedir; bu konuda hüküm nedir?Cevap: Cesetleri toprağa dönüşmüş mezarları yıkmanın sakıncası yoktur; fakat izi belli olan eskimemiş mezarları açmak ve henüz toprağa karışmayan cesetleri dışarı çıkarmak caiz değildir. Ancak o elektrik üretimi projesini uygulamak iktisadî ve toplumsal gereklerdense ve projeyi oradan başka bir yere aktarmak veya yönünü mezarlık bölgesinden başka tarafa çevirmek çok zor ve meşakkatli ise, bu durumda barajın orada yapılmasının sakıncası yoktur. Fakat bu durumda mezarın etrafındaki toprağı açmakla da olsa cesetleri henüz toprağa dönüşmeyen mezarları açmaktan kaçınarak başka bir yere aktarmak farzdır. Ve eğer çalışma esnasında ceset dışarı çıkarsa, onu başka bir yere aktararak defnetmek farzdır.
Soru 2113: Mezarlıkların birinin yanında, hiçbir mezar izine rastlanmayan, ancak eski bir mezarlık olma ihtimalinden söz edilen bir arazi yer almaktadır. Acaba bu yer üzerinde tasarruf etmek ve orada toplumsal etkinlikler için bina yapmak caiz midir?Cevap: Eğer oranın, ölülerin defnedilmesi için vakfedilen umumî mezarlığın bir parçası veya örfen o mezarlığa ait alan sayıldığı kesinlik kazanırsa, bu durumda orası mezarlık hükmündedir ve orada tasarruf etmek caiz değildir.
Soru 2114: İnsanın hayattayken kendisine mülk edinmek amacıyla mezar satın alması caiz midir?Cevap: Eğer mezar yeri bir başkasının şer'î mülküyse, onu satın almanın sakıncası yoktur; fakat müminlerin ölülerinin defnedilmesi için vakfedilmiş olan yerin bir parçasıysa, bu durumda onu satın almak ve zaptetmek ister istemez başkalarını, ölülerini oraya defnetme tasarrufundan alıkoyacağı için sahih değildir.
Soru 2115: Eğer bir caddede yaya kaldırımı yapmak, yaklaşık yirmi yıl önce caddenin yanındaki mezarlığa defnedilen birkaç müminin mezarını tahrip etmeyi gerektirirse, acaba böyle bir iş caiz olur mu?Cevap: Eğer bu mezarlık vakıf değilse ve Müslümanların mezarlarını açmayı ve onların saygınlığının çiğnenmesini gerektirmezse, bu mekânın yaya kaldırımına dönüştürülmesinin sakıncası yoktur.
Soru 2116: Şehir merkezinde, vakfedildiği belli olmayan terkedilmiş bir mezarlık var; acaba bu mezarlıkta cami yapmak caiz midir?Cevap: Mezarlığın yeri vakfedilmemişse, kimsenin özel mülkü değilse, halkın çeşitli münasebetlerle kullanması için ayrılan umuma ait yerlerden değilse ve orada cami yaptırmak Müslümanların mezarlarını açmayı ve onlara saygısızlık etmeyi de gerektirmezse, bunun sakıncası yoktur.
Soru 2117: Yaklaşık yüz seneden beri umumî mezarlık olan bir yerde birkaç yıl önce yapılan kazıda birkaç mezara rastlandı. Kazı ve toprak alınma işleminden son-ra mezarlardan bazıları ortaya çıktı ve içinde kemikler göründü; bu durumda acaba belediyenin bu yeri satması caiz midir?Cevap: Eğer mezkur mezarlık vakıfsa, onu satmak ve almak caiz değildir. Aynı şekilde eğer kazı işlemleri mezarların açılmasına sebep olursa, bu da haramdır.
Soru 2118: Eğitim Bakanlığı, eski bir mezarlığın bir bölümünü ahalinin müsaadesini almaksızın okul yaptırmak için zaptederek orada öğrencilerin namaz kıldıkları bir okul inşa etti. Bu işin hükmü nedir?Cevap: Okul arsasının, ölülerin defnedilmesi amacıyla vakfedildiğine dair muteber bir delil yoksa ve ölülerin defnedilmesi vs. için şehrin umumî alanlarından ya da birisinin özel mülkü değilse, bu durumda ilgili kanunlara uyarak orayı okul olarak kullanmanın ve orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.